Devlet yönetiminde ‘ihkaak-ı hakk’ anlayışına yer yoktur..
Başbakan Erdoğan’ın, kendisine meydan okunan ve ‘Buralara gelme, gelirsen, iç barışa hizmet etmemiş ve de başına geleceklerden sen sorumlu olursun..’ gibi ve hem de, belirsiz kişilerce veya sıradan kimselerce değil, DTP m. vekillerince dile getirilen görüşler karşısında, o şehirlere inadına gitmesi ve her tehlikeyi göze almasını alkışladım, alkışlıyorum..
Çünkü, gidemediğin yer senin değildir.. Ve bir yerde hükûmet otoritesi, ya vardır, ya yoktur..
Ancak, Başbakan’ın, İstanbul’daki bir takım sokak eylemlerinde, eylemcilerin üzerine, karşıt vatandaşlarca ateş açılmasını endişeyle karşılamakla birlikte, yine de, o kişileri mâzur gösterecek şekilde, ‘adam n’apsın, kendisini savunmak zorunda kalır.’ gibi bir izah getirmesi tehlikelidir ve herşeyden önce, devlet anlayışını vurur..
Çünkü, kişinin kendi hakkını kendi gücüyle elde etmeye kalkışmasının adı hukukta ‘ihkaak-ı hakk’ terimiyle anlatılır ki, bu anlayış geliştiği zaman, orada devlet diye bir şey kalmaz.. Ve herkes, kendisinin haklı olduğunu zannıyla ve kendi gücünün yettiğince, başkalarından kendi talebini zorla almaya kalkışır.. Ve bu anlayışın geliştiği bir yerde devlet varsa, o devlet de daha bir zaafa duçâr olur..
Bu bakımdan, bu sözü, başkası söylese bile Başbakan söylememeliydi.. Gerçi, Başbakan bunu istenmeyen bir durum olarak ifade etmiştir, ama, yine de, ‘saldırıya uğrayan kişi n’apsın?’ dediğinde, sığınılacak yer olarak, kişiye, Devlet gücünü değil, kendi ‘ihkaak-ı hakk’ anlayışını göstermiş olur.. Ve, ‘meşrû’müdaafaa’ anlayışı ile, ‘ihkaak-ı hakk‘ anlayışı arasında, ince bir fark vardır.. Birisinde kişi, başta hayat hakkı olmak üzere, kendi hakkını korumak için, savunmadadır.. ‘İhkaak-ı hakk’ta ise, ‘kendisine aid olduğunu zannettiği bir hakkı elde etmek için, herhangi bir otorite tanımayıp, onu elde etmek için kendi gücünü harekete geçirmesi’ hali sözkonusudur.. Bu ikisi arasındaki ince farkın anlaşılmasında yanlışlık yapılması ihtimalinin yüksek olması hasebiyle, Başbakan, ‘meşrû’ müdafaa’yı bile teşvik etmemelidir.. Çünkü, onu kişiler zâten yapmaktadırlar ve o eylemin ‘meşrû müdafaa’ olup olmadığına mahkeme karar verir.. Ama, herkes kendi hakkı olduğuna inandığı bir şeyi gerçekleştirmek için, ‘meşru müdafaa’ mantığı anlayışıyla hareket ettiğini düşünürse, orada, sosyal otorite de kalmaz, sosyal bir organizasyon da.. Ve, insanın karşısına çıkan tablo, diş, boynuz, çifte veya (tilki misali) entrikacılık zekâsı güçlü olanın diğerlerini sindirdiği, ezdiği bir ahır hayatı manzarası ortaya çıkar..
*’Tek Millet, Tek Bayrak, Tek vatan...’ sloganı, ne kadar yerli yerinde?
Bu arada, Erdoğan’ın son zamanlarda sıkça dile getirdiği bazı sloganlar da, üzerinde durulmayı gerektiriyor..
Özellikle, ‘Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan..’ şiarı..
Başbakan, son Güneydoğu gezilerinde bu sloganı söylerken, ‘bayrağı kabul etmeyenin, bu ülkede yeri yoktur, kendisine başka yer bulsun..’ da demiştir.. Ve bunu Yüksekova’da, Van’da söylemiştir; Ankara ve İstanbul’da değil.. Ama, bu yanlış aktarılmaya da müsaiddir.. Nitekim, ‘Ya sev, ya terket..’ şeklindeki bir kalıba sokulmuştur, hemen...
Üstelik, bunlar bazılarının zihninde, ilk planda, Hitler Almanyası’nın ‘Ein Führer (tek şef/ lider), Ein Volk (tek halk) , Ein Land (tek ülke)’ sloganını da uyandırıyor..
Orada, söylenmeyen tek unsur, ‘führer’ olup, onun yerine ‘fahne/ bayrak’ gelmektedir. (Gerçi, son sosyo-politik gerilimler içinde, iki tarafın da ‘tek führer/ şef/ başbuğ/ serokh’ edinip, ‘ikon’laştırdıkları isimler varsa da, bunu en azından Erdoğan söylemiyor..)
Buna rağmen, bu çağrışımın giderilmesi için, bu slogandaki unsurların bizzat Erdoğan tarafından ve sınırları objektif olarak belirli olacak şekilde izah edilmesi gerekir.. Yoksa, bir takım yanlış yorumlamacıların elinde yanlış hedefler için kullanılabilir..
Erdoğan’ın tekrarladığı bu üç unsur üzerinde sondan başlamak üzere, biraz duralım..
‘Tek vatan’ sözü, açıktır.. Bir vatanın bölünmesini hedefleyen çabalara, hele de bir vatan/ coğrafya üzerinde hükûmet eden güçlerin / kişilerin sıcak bakmaması tabiî sayılmalıdır..
‘Bayrak’ sözüne gelince..
Önce şu konuya açıklık getirilmesi gerekiyor..
Her bayrak, zâhiren bir bez parçasıdır; ama, onda sosyal bir manâ temsil olunmaktadır, o bir semboldür.. Ortadoğu halklarının tarihlerinde, ‘Drefş-i Qaveyan..’ denilen ve çok meşhur bir bayrak vardır ki, Dehhak isimli ve beynindeki uru tedavi edeceği ümidiyle, hergün bir körpe çocuk beynini yiyen zâlim Pers hükümdarına karşı, Qave isimli bir demirci, deri önlüğünü eline alıp, mazlûm/ zulüm gören kitleleri ayaklandırmış ve zaferden sonra da, o bayrak üzerine, en değerli mücevherler takılmış ve maddî açıdan da büyük bir değere ulaşmıştır..
Bugün bir çok müslüman halk tarafından kullanılan ‘hilal’ ve hilal sembollü bayraklara gelince.. Bu, ‘salîb’e, çarmıh’a karşı, sembol olarak sonradan geliştirilmiştir..
Bugün, TC rejiminin kullandığı bayrak da, Osmanlı’dan gelen bir bayrak olup, asırlarca, müslüman halkların büyük bölümünün ortak sembolü olarak kullanılmıştır. Ve bugün resmen, TC rejiminin bayrağı gibi gözükse de, sadece türk kavminin değil, o bayrak altında birlikte savaşlara katılan türk, kürd, arab ve diğer halklarınındır da... Nitekim, bugün ‘hilal’ Türkiye’den ayrı olarak, halkı müslüman olan Malezya, Cezayir, Azerbaycan, Pakistan, Tunus, Türkmenistan, Özbekistan, Moritanya vs. gibi birçok ülke bayrağında da yer alır..
Ve, türk ve kürd halkının tarihten gelen bir sembol olan ‘hilal’ üzerinde de bir ihtilafının olmaması gerekir.. Aynı bayrağa sahib idiler asırlarca.. Ve bayrağı redd, ciddî bir ayrılık işaretidir.. Tayyîb Erdoğan, bunun farkında olduğu için, bayrağa bilhassa vurgu yapıyor.. Ancak, PKK da, yeni bir bayrak anlayışı geliştirmeye çalışıyor, kürd halkının adına..
Ve ‘tek millet’ terimine gelince.. Asıl netâmeli olan terim, bu..
Sanıyorum ki, Erdoğan bu ‘millet’ terimini, bir ‘inanç toplumu’ şeklindeki aslî manâsına uygun olarak kullanıyor.. ‘Millet-i İslam, Millet-i küfür’ gibi.. Nitekim, ‘türk, kürd, laz, çerkez, arnavud, arab, gürcü vs.’ gibi kavmî farklılıkları belirttikten sonra, ‘tek millet’ diyor..
Nitekim, bir konuşmasında, ‘Bizi bir millet yapan değerlerin ne olduğunu siz elbette biliyorsunuz..’ demişti.. Bunu herkes kendisine göre yorumlayabilir.. Ama, 100 yıla yakın bir zamandır, ‘millet’ terimi, ‘kavim/ nation’ manâsında, ‘aynı dili konuşan, aynı kan soyundan geldiği kabul edilenler topluluğu’ olarak kullanıldığı için, bugün, ‘millet’ teriminin gerçek manâsı oldukça buğulandırılmıştır. Ve, PKK da, ‘türkçü’lerin 100 yıldır geliştirmeye çalıştıkları bu, aslî manâsından saptırılmış, yanlış ‘millet’ anlayışını kürd halkının da zihnine kazımaya çalışıyor.. Yani, bu terimin kullanılması, yanlış anlaşılmaya çok müsaid..
Başbakan bu hususu da gözönünde bulundurmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.