Ne yapmalı?
İktidar partisinin son zamanlarda özgürlük ve demokrasi yolundan saptığından şikáyet ediyor ve bu yüzden onu şiddetle eleştiriyoruz. Bazılarımız hatta daha da ileri giderek AKP’yi tamamen ‘defterden siliyor’. Peki, AKP’nin bu kötü gidişi karşısında alınması gereken doğru tutum nedir?...
Evet, daha fazla özgürlük ve refah isteyenler, sırf bu davaya yaptığı ve yapmayı vaat ettiği katkı nedeniyle bugüne kadar AKP’yi destekleyenler, bu durumda ne yapmalı? Daha özgür ve müreffeh bir Türkiye’den yana olanların bu partiden ümidi tamamen kesmeleri mi, yoksa onu yeniden doğru yola gelmeye ikna etmeye çalışmaları mı gerekiyor?...
Gülay Göktürk son yazısında bu meselede iyimser bir tutum sergiliyor. Ona göre, AK Parti’nin ‘devletin partisi’ haline geldiğini ve dolayısıyla reformcu iradesini büsbütün yitirdiğini söylemek doğru değildir. Bu parti halá önemli bir ‘değişimci potansiyel’ taşımaktadır; halihazırda siyaset sahnesinde başkaca da bir değişimci aktör bulunmadığı için, onu harcamamalı, ‘üstünü çizmemeli’yiz. Tam aksine, inişli çıkışlı da olsa demokratikleşme yürüyüşünde AKP’ye yardımcı olmamız gerekir.
Ana hatları itibariyle bu düşünüş tarzı bana da makul geliyor, ama bazı kayıtlarla. Her şeyden önce, AKP’nin devlet nezdinde halá makbul bir parti olmadığı doğru olmakla beraber, bu onun ‘devletçi’ olmasına, veya en azından devletçi politikalar gütmesine engel teşkil etmiyor. Muhafazakár bir parti olarak AKP’de öteden beri zaten devletçi, hatta milliyetçi bir damar vardı. Bu damarın konjonktüre bağlı olarak partinin ‘değişimci’ potansiyelini bastırabilecek güçte bir karşı ağırlık oluşturabildiği de artık belli olmuştur.
Öte yandan, AKP’nin, partizan çıkarlarının garantisini geçici olarak da olsa devletçi söylemi benimsemekte görmesinde de rasyonel olmayan bir taraf yoktur. Esasen, cari sistemde, partizan çıkarların hiçbir parti için devlete mesafeli durmayı zorunlu kılmadığı da açıktır. Aksine, mevcut rantçı sistem içinde parti çıkarları açısından devlete yanaşmanın daha ‘rasyonel’ olduğu durumlar vardır. Daha önce Anavatan Partisi örneğinde de görüldüğü gibi, rant sisteminin partiler için cazibesinin bir süre sonra onlardaki ‘değişimci’ iradeyi çözebileceğini gözardı etmemeliyiz.
Rantçılığa teslim olmayı AKP açısından kolaylaştıran başka bir etken de şu: Her ne kadar geçen yılki genel seçimlerden daha büyük bir taban desteğiyle çıkmış ve kendi adayını Cumhurbaşkanı olarak seçtirebilmiş olsa da, ondan sonra meydana gelen bazı olaylar AKP’nin sistemi dönüştürebileceğine olan inancını zayıflatmış ve onu yorgun düşürmüş olabilir. Ayrıca, kendi tabanının özgürlük taleplerini karşılama çabası hemen hemen tamamen akamete uğramış olan bir iktidar partisinin, gerçekleşeceği şüpheli veya çok uzakta görünen bir AB’ye tam üyeliğin bu konuda sağlayacağı yarardan ümidi kesip, taraftarlarını onlara rant dağıtarak avutmayı bir strateji olarak benimsemiş olma ihtimalini neden gözardı ediyoruz? Böyle bir durumda, ‘Devlet’i rahatsız etmeyecek, hatta onun hoşuna gidecek bir söylem tutturmak, hatta bazı konularda devletçi politikalara savrulmak pekalá işe yarayabilir.
Eğer kendisi hakkındaki bu teşhisim doğru ise, hükümet partisinin yeniden kararlı bir değişimci irade göstermesi zayıf bir ihtimaldir. Bu elbette AKP’nin artık hiçbir reform girişiminde bulunmayacağı anlamına gelmiyor, ama değişimcilik veya reformculuğun AKP’nin genel politikası olmaktan çıktığını ifade ediyor. Onun için, böyle davrandığı durumlarda onu destekleyelim, ama AKP’nin yeniden sistemi dönüştürecek bir atılım içine girebileceği gibi aşırı iyimser ümitler de beslemeyelim derim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.