Bütün mahalleler Cumhuriyetin
İlkokul talebeleri bile bilir. Monarşi, Oligarşi, Cumhuriyet birbirinden farklı rejimlerdir.
Cumhuriyet'in en belirgin niteliği, idarecilerin seçimle gelip seçimle gitmeleri.. Peki idarecileri eleştirmek, Cumhuriyet'i eleştirmek midir?
Mesela Varlık Vergisi'nden (Aşkale Sürgünleri), 6/7 Eylül Olayları'ndan Cumhuriyet mi sorumludur?
İlki Milli Şef İsmet Paşa, diğeri Başbakan Adnan Menderes döneminde gerçekleşti..
İki olay, binlerce vatandaşın dışarıya kaçmasına neden olmuştu.
Ama kimsenin aklına Cumhuriyet'i itham etmek gelmedi..
Sorumluluk idarecilere aitti çünkü.
Bu ülke, idarecileri eleştirmenin 'rejim düşmanlığı' olarak addedildiği günler de gördü. Kimbilir kaç insanın başına ne işler geldi bu yüzden..
Mazide kalan bu yaklaşımı, bilinçaltında yaşatmaya devam edenler varmış meğer. En ufak bir olayda su yüzüne çıkıveriyor..
Halkı kendi zihinlerinde mahallelere ayırmışlar..
O mahalle kötü, bu mahalle iyi..
Şu Cumhuriyetçi, şu değil..
Kendilerini hangi klana, mahalleye ait hissediyorlarsa, Cumhuriyeti ona hasrediyorlar.
Birkaç kişi çıkıp “Yahu bizim mahalle de o kadar masum değil” deyince sihir bozuldu..
Oyuncağı elinden alınmış çocuklar gibi hırçınlaşıp asabileştiler..
Olay budur.
***
Alın size bir örnek..
İdarecilerin halka yahut bir kesimin bir kesime yaptığı baskılardan söz edenleri müfteri ilan ettiler..
Sonra da “Cumhuriyet'e laf söyletmem arkadaş” deyip işin kolayına kaçtılar.. “Dur bakayım, öyle değil” dediğinizde lafınız direkman cumhuriyete gider, haberiniz olsun.
Mesela bir yazar “AK Parti'nin seçim zaferini 'Zulüm görmüş dindarların kutsal isyanı' gibi sunmayın” diye ihtar da ediyor... Kim öyle görüyor ki? Sen öyle söylüyorsun.. Sonra da devam ediyor..
“O yüzde 46.5'un hangi öfkeyi temsil ettiğini mi merak ediyorsunuz. Merak etmeyin o 'kutsal isyanı' da göreceksiniz. Ne zaman mı? O yüzde 46.5, öfke seli haline gelip, kolu Rolex'li, cipli, Guccili “türbanlı elit klanını” indirdiği zaman.”
Bütün mesele bu mu?
'Türbanlılar'ın Rolex'li, cip'li, Gucci'li olmaları mı?
Avam Kamarası lige çıktı, Lordlar Kamarası küme düştü mevzusu mu? Kanla irfanla kurulmuş Cumhuriyetin 'eşit yurttaşlar ülküsü'nü balon mu sandınız?
Şimdi bir iğneyle patlatıyor musunuz? Ee o zaman klan, aşiret, mahalle davanızı ne diye memleket davası haline getiriyorsunuz?
“Hangi iktidar gelirse gelsin, önceliğimizden vazgeçmeyiz” diyorsanız eğer.. Vazgeçin.
Eski çamlar bardak oldu..
Aleviler, Sabatörler, Düşkünler...
Alevi vakıflardan biri bir yemek verdi, Başbakan Erdoğan da katıldı. Kıyamet mi koptu? Günlerdir daveti dillerine doladılar, sabote etmeye çalıştılar.. üstelik davet sahiplerini “düşkün” ilan ettiler.. Ne kadar kaba bir davranış. Daveti protesto edenlerden Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu'nun başkanı daha birkaç gün önce, Alman Cumhurbaşkanı'nın yeni yıl resepsiyonuna katılmakta, rapor sunmakta beis görmemiş.. Türkiye'de Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın Alevi camiasıyla bir araya gelmesini temenni ettiklerini söylemişti. Eeee? Şimdi bu protesto neyin nesi?
Daha önce Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz, Tansu çiller'le görüşülmemiş miydi? Alevilerin konukseverliğine yakışıyor mu yaptığınız? Ne sizler birer Pir Sultan Abdal'sınız, ne davete katılanlar Hızır Paşa.. Ne de davet verenler 'Düşkün'.
Sık sık Alevi kuruluşların sitelerine giriyorum.. Kavga dövüş... Herkes birbirini suçluyor. Hangi mahalleden olursa olsun, 'inanç profesyonelleri' biribirine benziyor.
öte yandan Alevi geleneğinde hangi davranışlar “düşkün”lük sebebidir? Düşkün ilan edilenlere hangi cezalar verilir? Onu da sonra anlatalım.
Bakalım, Muharrem Ayı vesilesiyle 'Oruç Açma' daveti verenleri düşkün ilan edenlerin gerekçeleri alevi gelenekleriyle örtüşüyor mu?
Bağnazlık ve aydınlar..
Bilgiye dayanmayan yorumlar, kafa karıştırır. İdeolojik bağnazlık, olaylara, olgulara sağlıklı bakmayı engeller. “Ekran Sosyologları” başlıklı yazımda, toplum-din, din-siyaset ilişkileri bağlamında 1980'lerde yapılmış çalışmalardan söz etmiş, örnekler vermiştim. Mesela Şerif Mardin'in İzmir ölçeğinde yapılmış alan çalışmasına dayanan “Din ve İdeoloji” kitabının 1983'de yayınlandığını belirtmiştim. Değerli bir okurum (çetin Güney) bana bilgi notu göndermiş.. Meğer Hoca'nın kitabını ilk defa 1969'da Siyasal Bilgiler Fakültesi yayınlamış. Profesörlük takdim teziymiş. çetin Güney şöyle devam ediyor:
“Din ve ideoloji kitabıyla 1969'dan 1983 yılına kadar pek kimse ilgilenmedi. İletişim yayınlarında 15 baskı yaptı. Diğer kitapları için de aynı şey söylenebilir. Jön Türkler'in Siyasi Fikirleri'nin ilk baskısını 1964'te İşbankası yayınlamıştı ve 1980'lere kadar tek baskı olarak kalmıştı. Galiba Türk toplumu Şerif Mardin'i 1980'lerden sonra keşfetti. Ayrıca 1944'ten bu yana çıkan SBF dergisinde 'Din' konusunda makale yayınlayan tek isim Şerif Mardin'dir”.
Toplumun Şerif Mardin'i keşfetmesi biraz lüks kaçar da, entelektüeller, aydınlar, siyasetçiler, hatta akademik camia niye görmemiş? Ayrıca akademik camianın dini olgulara Fransız kalması başlı başına fecaat.. Başta söylediğime geliyorum.. Bağnazlık, kör ediyor.. Bağnazlığı aydınlar, sanatçılar, bilim adamları sergiliyorsa durum daha da vahim. Gidin deveye hendek atlatın, daha kolay..