Bu adamlar ve kadınlar ‘on aylık’ mıdır?..
Başörtülü ve çarşaflı kadınlara Baykal tarafından parti rozeti takılmasının, CHP’de ve aynı zihni yapıya sahip çevrelerdeki yankıları sürüyor.
Ülkemiz kadınlarının inançları gereği kullandıkları başörtüsüne tahammülsüzlük gösterilmesi üzerine söylenebilecek çok şey var ama bu tahammülsüzlüğün, ismi Cumhuriyet Halk Partisi olan bir kuruluşun etrafında kümelenmiş insanlardan sadır olabiliyor olması, insanda söz söyleyebilecek takat bırakmıyor.
Cumhuriyet, eğer bildiğimiz manada ise; cumhurun büyük çoğunluğunun davranışlarını içine sindirememek, kınamak ve hatta gerektiğinde zor kullanarak değiştirmeye çalışmak illetine müptela olanların, bir an evvel titreyip kendilerine gelmeleri ve yaptıkları edepsizlikler için özür dilemeleri gerek aslında. Ama nerde o günler.
Mutlaka ‘biz aslında dine ve dindarlara karşı değiliz ama…’ şeklinde cümlelerle başlayıp, güya gülümseyerek ama aslında içlerindeki kin ve nefretin yüzlerinden belli olduğu bir halde, kafalarının ne kadar karışık ve niyetlerinin de ne kadar bozuk olduğunu gösteren açıklamalar yapıp duruyorlar.
Kafaları karışık; çünkü sergiledikleri davranışların hiçbir zaman arzu ettikleri gibi bir netice getirmeyeceğini, insanların geçmişte daha yoğun baskılar altında bile terketmedikleri değerlerini, her ne olursa olsun feda etmeyeceklerini bildikleri halde, nafile çabalarını sürdürüyorlar.
Niyetleri bozuk, çünkü Cumhuriyet hususunda söyledikleri şeylerin, yapageldikleri, yaptıkları ve bundan sonra da yapmaya kararlı oldukları anlaşılan şeylerle, zerre kadar alakası yok.
Dertleri Cumhuriyet, laiklik filan değil zaten.
Her nedense, bu ülkede yaşayan insanların rahat etmemesini sağlamayı; bunun için de aslında telaffuz bile edilmemesi gereken konularda derin problemler çıkarmayı, kendilerine dert edinmiş durumdalar…
Yoksa, kendisine çağdaş ve modern sıfatlarını uygun gören, okumuş-yazmış kadın ve erkekler, neden kendileriyle eşit haklara sahip başkalarının en temel haklarından olan kılık kıyafetlerine karışmaya kalksınlar ki!..
Etek boyu, yırtmaç, kısa ya da kesik kollu giysiler hususunda tek bir kelime duyduklarında bile ortalığı velveleye verenler, başkalarının başörtüsü ya da çarşafı hususunda kendilerinde söz hakkı bulunduğunu nasıl vehmedebiliyorlar acaba?..
Hep söyleyegeldikleri, “kulluk’tan eşit söz hakkına sahip vatandaşlığa geçiş” böyle bir şey midir?
Yetmiş küsur milyon eşit vatandaşın yaşadığı bir ülkedeyiz. Demokratik olmasına çalıştığımız bir Cumhuriyetimiz var.
Laiklik, dünyanın birçok ülkesinde anlaşılıp uygulandığı gibi, gerçek manasıyla anlaşılıp uygulanacak olsa, ona da kimsenin itirazı yok.
Ama birileri, kafalarına göre yorumladıkları yetmiyormuş gibi; laikliğin kendi yorumladıkları halinin, demokrasi’nin olmazsa olmazı olduğunu dayatmaya kalkışıyorlar.
Bu da, hakim pozisyonda olduklarını düşünenlerin hayat tarzlarını, kesinlikle eleştirilemez, dokunulamaz ve eninde sonunda mutlaka ulaşılması gereken, nihai mükemmel nokta olarak kabul etmemizi gerektiriyor, onlara göre.
O zaman; eşitlik dediğimiz şey de rafa kalkıyor. Bu ülkenin vatandaşlarından bazıları diğerlerine hayat tarzı dayatmaya kalkışabiliyorsa, eşitliğin anlamı ne ki?
Halkın kendi kendini idare etmesi de, birilerinin halka rağmen halkı idaresi manasına geliyor düpedüz.
Halkın çoğunluğunun arzularının gerçekleşmesi gereken bir sistemde, çoğunluğun arzularının bir avuç egemenin keyfine kurban edilmesinin başka izahı var mıdır ki?..
O zaman, söyledikleri ile yaptıkları ve yapmaya çalıştıkları arasında derin uçurumlar olanların durumunu nasıl izah edebileceğiz, nasıl anlayacağız?
Mesela, ‘eşit vatandaşlık’ sözünün aslında bir kandırmaca olduğunu düşünsek bile, kendilerini ‘daha eşit’ zannedenlerin imtiyazlarının kaynağı, o nedir?..
On aylık filan mıdır bu güruh, mesela?..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.