Mumbai saldırıları...
İngilizler, Hindistan’ı işgal altında tuttukları yıllarda “Mumbai” demekte zorlandıkları için bu şehre “Bombay” demişlerdi. Bu galat-ı meşhur bizde de tedâvülde. Bombay ismi sömürgeci efendileri çağrıştırdığı için Hindistan bağımsızlıktan sonra şehre orijinal ismini tekrar geri verdi.
Bütün dünyanın dikkatleri bu şehre yönelik saldırılara odaklandığı zaman diliminde, bendeniz de dünyadan ilişiği kesilmiş, “İslâm ve bilgi ilişkisini”, “bilgiyi müslümanca üretmenin kurumsal altyapısının nasıllığını” görüşmek üzere bir otelde toplanmış 200 civarında akademisyenin arasında bulunuyordum.
3 günlük programın çay ve yemek molalarında Hindistanlı, Keşmirli, Pakistan ve Bangladeşli akademisyenlerle bir araya gelip durum değerlendirmesi yapmayı da ihmal etmedik..
Hindistan ekonomisinin başkenti olan şehrin 10 hassas noktasını felce uğratan saldırılar; sofistike bir aklın ürünü. “Hindistan’ın 11 Eylül’ü” ya da onun habercisi olabilir, yorumları yapıldı. Bu benzetmenin altında da, Amerika’nın 11 Eylül sonrası çılgınca askerî çıkarmalarının bir benzerinin Hindistan tarafından icra edilebilmesi korkusu yatıyor.
Bu korkuyu besleyen de, Hindistan’ın Çin’den sonra askerî ve ekonomik sahalarda hızla yükselen bir trend yakalamış olması. Bu da devletin ve toplumun kahir ekseriyetini oluşturan gayr-ı müslim halkın kendisine daha fazla özgüven duymasını sağlıyor.
Bu özgüveni, Pakistan’ın 1947’de anavatandan kopup bağımsızlığını ilan etmesini bir türlü içine sindirememesiyle birleştirdiğinizde, bölge Müslümanları tedirgin oluyor. Bu tedirginliği besleyen tarihî bir arkaplan da var.
Şöyle ki; Doğu Pakistan’ın 1971’de Batı Pakistan’dan bağımsızlığını ilan edip Bangladeş ismiyle tarihte yerini almasında Hindistan’ın çok önemli rolü olmuştur. “Böl, zayıflat ve ileride şartlar elverdiğinde bu iki devleti Büyük Hindistan’a ilhak et” stratejisiyle hareket etmişti.
Bu hayâl bugün daha da güçlüdür. Hint milliyetçileri süper devlet olma yolunda Pakistan’ın önlerinde en büyük engel olduğunu ve buna bir son verilmesi gerektiğini fanatikçe savunuyorlar. Buna, Keşmir sorunu sebebiyle Pakistan ve Hindistan’ın üç kez savaşmasını da eklediğinizde durumun vahâmeti daha net anlaşılır.
Mumbai saldırılarının Hindistan içi örgütlerle irtibatlandırılması yerine, alelacele, 1990’ların başlarında Pakistan İstihbaratı’nın (ISI) yardımıyla kurulduğu iddia edilen Keşmir kökenli direniş hareketi Leşkerî Tayyibe ile irtibatlandırılması gâyet mânidardır.
Leşkerî Tayyibe’nin olayla ilişkisinin olmadığını deklare etmesi bir şeyi değiştirmiyor. Zira bu örgüt üzerinden parmaklar hemen Pakistan’ı işaretlemeye başladı. Bu cihetle hem Pakistan devleti hem de tüm bölge Müslümanları Hindistan’ın bu saldırıları meşru zemin göstererek saldırgan tutum takınmasından tedirgin.
Yukarıda anlattıklarımız son saldırının Hint baskısı altında olan coğrafyaya taalluk eden özet ama cüz’î yönü. Bir de bütün dünya Müslümanlarını ilgilendiren bir yönü var; o da şu:
Son yıllarda dünyayı sarsan, sivillerin güvenlik duygusunu yitirmesini sağlayan şiddet içerikli eylemler zinciri, farkında mısınız; dilleri, kültürleri ve dinleri farklı dünya halklarını anti İslâm çizgisinde bir hizaya çekiyor.
Şöyle de söyleyebiliriz. Eylemlerin çapına ve sonuçlarına baktığımızda, sanki gizli bir el dünyada en etkin güç merkezlerini; Müslüman dünyaya karşı ortak hareket etmeye zorluyor. Söylemeye çalıştığımız husus şu:
Amerika’nın devlet ve toplum olarak özellikle de 11 Eylül saldırısı sonrası pekiştirdiği İslâm karşıtı duruş ortada. Rusya’nın dar anlamda bir Çeçenistan meselesi var, Çeçen halkına uyguladığı zulümler yüzünden dünya Müslümanlarıyla karşı karşıya. Avrupa Birliği’nin durumu da malûm. Londra ve Madrid bombalamalarıyla yaşananlar hafızalarımızda hâlâ tazeliğini korumakta. Çin, Türkistan’daki uygulamaları ve buna gösterilen reaksiyonlar sebebiyle, sözde “İslâmcı terör hareketi”ne karşı dünya hegemonlarıyla aynı dili kullanmakta. Hindistan’ın durumu ise izahtan vâreste..
Bu parçalar birleştirildiğinde, dünyanın en temel meselesi, ekonomik krizi de gölgeleyerek, İslâm meselesi olarak ortaya çıkıyor. Sizce de burada bir gariplik yok mu? Dünyadaki bu güç merkezlerinin anti İslâm çizgisinde birleşmeleri kimin işine gelir? Bunun Müslüman dünyanın faydasına olmadığı âşikâr değil midir? Bu soruyu sorarken kimi devletlerin hasımlarına karşı bazı İslâmî yapılanmaları niyabeten (proxy war) kullandıklarını görmezden gelmiyoruz elbet. Ama bu durum yukarıdaki sorunun ehemmiyetini azaltmaz. Mumbai saldırılarını, yukarıdaki zikrettiğimiz güç merkezleri, kendi ellerini güçlendirmek için kullanacaklar, bundan kuşkunuz olmasın.
Müslüman devletleri de “terörle savaş” diye direniş hareketlerine, cemaatlere karşı cepheye sürmeyi deneyecekler. Yine Amerika aynı zeminde bölgedeki varlığını pekiştirecek ve Pakistan içinde istediği yerlerde askerî eylemler yapacaktır. Kısacası her güç kendi elini güçlendirmek için kullanacak Mumbai saldırılarını.
Bu yüzden de saldırıları gerçekleştirenlerin bireysel ve grupsal kimliğinden çok, sonucun kime hizmet ettiği yönünün daha önemli olduğunu düşünüyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.