Sevgi çağı
İnsanlık vefayı, merhameti, sevgiyi; kısacası gerçek insanı aramaktadır. Bunu, ne bilginin duygusuz matematiğinde, ne de makinenin mekanik havasında bulabilmek mümkün değildir. Mevlâna, Yunus, Hacı Bektaş-ı Veli nefesi ile mayalanmış bir sevgi yoluna, hak yoluna, hakikat yoluna, muhtacız…
Şu içerisinde bulunduğumuz asra, her ilim ve fikir adamı bir isim bulma, ad verme yarışında. Bir tarafta bilgi çağı diyenler, bir tarafta sanayi ötesi toplumu diye ahkâm kesenler; bir diğer yanda uzay çağı diyenler, yalnızlık çağı diye isimlendirenler, diğer tarafta korku çağı diye çığlığı basanlar…
Elbette, yaşadığımız çağın, bütün bu isimlerle yakından alâkası vardır. Ancak bu isimlerin ne biri ne de bir diğeri bu çağı topyekûn ifadelendirme çapında, evsabın da değildir.
Kimi çağın insanını, kimi sosyal yapısını, kimi de ekonomik durumunu; çağın tüm reflekslerini izahta bir mihver olarak ele alıyor. Dolayısıyla bu gibi izahların mevziî ve eksik kalacağı bir bedahettir. Bizce çağı yorumlarken kullanılan kriterin neye göre olduğu hususu çok önemlidir. Eğer asıl olan insansa, tüm yorumları onun ekseni etrafında ifadelendirmek, izlenecek en doğru yoldur. Ekonomiyi veya sosyal değişmeleri insandan vareste düşünmek, yapılabilecek yorumların en verimsizi ve en haksızı olacaktır. Çünkü kâinattaki her şey insan için vardır. İnsanı, kendi yaptıklarının bir uydusu olarak ele almak, insanı yok farzetmek kadar canice bir düşüncedir. İnsan tek temayüllü varlık değildir.
Bize göre, hâli izah yerine, olması gerekeni söylemek en iyisi. Günümüz insanı, her türlü kıyıcılığa uğramış olmanın korkunç ezikliği içerisindedir. Avrupa ve liberal sistemlerin tümü, insanı, insanın kurdu ilân ederek, insanlığın ne büyük bir ahlâk sefaletine düştüğünü sistemleştirerek ifade etmişlerdir. Bu bakımdan, insan yalnız ve güvensizdir. Etrafının düşmanca düşüncelerle sarıldığı kanaatindedir. Böyle bir yalnızlık psikozuna mahkûm olan insanlıktan, saadet ve huzur bekleyebilmek mümkün değildir. İnsanlık, merhamet ve vefayı bile, parayla satın alma çabasına düşmüştür. Tamamen manevî eğilimleri terennüm eden iki ulvî duyguyu, maddenin cenderesi içine sokmak, maneviyat buhranının hangi noktalara tırmandığını göstermeye kâfidir. Bu husus aynı zamanda, insanların muhteviyatlarının hangi yönde odaklaştığını göstermektedir.
Evet, insanlık vefayı, sevgiyi, kısacası gerçek insanı aramaktadır. Bunu, ne bilginin duygusuz matematiğinde, ne de makinenin mekanik havasında bulabilmek mümkündür. İnsanlık, kaybettiği güven duygusuna ancak sosyal sevginin ihya edilmesiyle kavuşacaktır. Başka türlü, köpeklerin veya kedilerin dostluğuna sığınan insanlığı, içinde bulunduğu buhrandan kurtarmak mümkün olmayacaktır. Evet, Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektaşı Veli nefesi ile mayalanmış bir sevgi yoluna, sosyal sevgiye muhtacız. İnsan içinde ki sır labirentleriyle büyük efsane, sırlı meçhul. Et ve kemik benzerliğine rağmen, kimi hırlı, kimi hırsız, kimi iffet abidesi, kimi şehvet ucubesi. Ama hepsi insan. İnsanlığa ve İslam a uygun sıfatlılar gerçek insan, diğerleri insan müsveddesi. Ve hâsılı; dış mimaride ki benzerlikten çok insanı iç dünyasında ki farkta aramak lazım. Bizce gerçek insan herkese verebilecek yüreği, herkese uzatabilecek bir eli ve herkesi kucaklayabilecek gönül dünyasına sahip kimsedir. Günümüz insanı insanlığı, vicdanı, merhameti, fazileti arıyor. İnsan İslam’ın evrensel değerlerini arıyor bulduğu ve bulduklarını yaşadığı sürece çağına sevgi ve merhamet çağı adını verecek. Aksi insanlığın belki sonu olmayacak ama felaketi olacak.