Mustafa Erdoğan

Mustafa Erdoğan

‘Ilımlı İslam’ komplosu

‘Ilımlı İslam’ komplosu

Çoğu insan görmeye tahammül edemediği, anlayamadığı veya anlamak için ek bilgi edinme zahmetine katlanmak istemediği durumları düşmanların birer komplosu olarak görmeye meyleder. Türkiye’nin gerçekleri söz konusu olduğunda bu eğilim sadece ‘sokaktaki insan’da değil fakat okumuş-yazmışlarda, hatta konusunun uzmanı oldukları varsayılanlar arasında bile maalesef çok yaygındır. ‘Ilımlı İslám’ tartışmaları işte tam da böyle bir konudur.

Öteden beri Türkiye’nin láikçi ve kısmen de solcu aydınları ‘ılımlı İslám’ın ‘düşman’ ABD’nin bir imalátı olduğuna inanırlar. Onların nazarında, Türkiye’yi ‘şeriat batağı’na sürüklemek ve kendi güdümü altına almak için ABD ‘ılımlı İslám’ı teşvik etmektedir. Bunlar, herhangi bir Amerikalı gözlemcinin Türkiye’nin İslámi geleneğinin başka Müslüman toplumlarınkinden farklı olarak ‘ılımlı’ olduğunu tespit etmelerinde bile bir komplo görürler.

Bunda elbette ABD’nin ‘kötü’lüğünü vurgulama saiki etkilidir, ama daha esaslı neden láikçilerimizin Türkiye’nin toplumsal-kültürel gerçekliğinden duydukları rahatsızlıktır. Onları rahatsız eden, ‘láik Cumhuriyet’te dine olağan bir toplumsal gerçekmiş gözüyle bakılmasıdır. Onlar, İslámın Türkiye’nin toplumsal bir gerçeği olarak görülmesini ve demokratik siyasi süreçte meşru bir aktör olarak yer alması ihtimalini hazmedemiyorlar.

‘İslamın ılımlısı ılımsızı olmaz’ diyorlar. Şöyle de diyebilirlerdi: ‘Láik Cumhuriyetimizde İslámın hiçbir türlüsü kabul edilemez.’ Çünkü, onların láiklik anlayışı dini sadece kamu hayatından değil, fakat toplumsal var oluşun her alanından kovmayı öngörüyor. Öyleyse, bu öngörüye aykırı olarak toplumsal hayatta din -özellikle de İslám- halá etkili oluyorsa, bu kendiliğinde değil, olsa olsa kötü niyetli ‘yabancı güçler’in desteği sayesinde oluyordur. Başka bir deyişle, İslam ‘láik Cumhuriyet’ için arızi ve patolojik bir fenomen olunca, İslami hassasiyetlerin sivil hayata ve kamu alanına yansıması da modernleşme ve demokratikleşmenin olağan bir sonucu olmayıp, dış güçlerin bir komplosu haline gelmektedir.

Şu halde, ‘ılımlı İslám’ komplosuna ilişkin söylemin bize hatırlatması gereken şey, ABD’nin kötülüklerinden önce, Türkiye’nin bir büyük demokrasi sorunudur. Onun için, ‘ılımlı İslam’ kavramını hemencecik ‘İslam devleti’yle özdeşleştirip onun laiklikle ve demokrasiyle bağdaşmayacağı gibi saded dışı sözde büyük keşifler yapmak marifet değildir. ABD’nin veya başkalarının bu kavramla Türkiye’nin bir ‘şeriat devleti’ olmasını istediklerini iddia etmek konuyu anlamamaktır. Çünkü, bizim otoriteryen láikçilerimizden farklı olarak, onlar toplumla devleti birbirinden ayıran liberal bir geleneğin içinden konuşuyorlar.

Kaldı ki, başkaları ne derse desin, burada asıl bizim kendimizin cevaplamamız gereken bir soruyla karşı karşıyayız: Halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan Türkiye láik ve demokratik olmak için İslámı yok saymak zorunda mıdır? Şöyle de diyebiliriz: İslám’ın ‘radikal’ olanı zaten gündemde olmadığına ve láikçilerimiz onun ‘ılımlı’sını da tehdit olarak gördüklerine göre, Müslüman bir toplum olarak biz ne yapacağız? İslám veya demokrasinin birinden vazgeçmek zorunda mıyız?

Elbette değiliz. Ama bu tür saçma sorulara meydan vermemek için, İslámın Türkiye’nin kimliğinin değiştirilemez bir parçası olduğunu kabul etmek ve ondan bir biçimde ‘kurtularak’ değil, ama onunla birlikte demokratikleşmek durumunda olduğumuzun bilincine varmalıyız. Bu ne Türkiye’nin bir İslam devleti olmasını ne de láikliğin reddini gerektirir. Türkiye’nin özgürleşmesi de demokratikleşmesi de bu yalın gerçeğin hem devlet elitlerince hem de devletçi aydınlarca kabul edilmesine bağlıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Erdoğan Arşivi

Alarm

31 Temmuz 2010 Cumartesi 09:16