Mustafa Erdoğan

Mustafa Erdoğan

Baykal Türkiye’nin Gorbaçov’u olabilir mi?

Baykal Türkiye’nin Gorbaçov’u olabilir mi?

Bana göre, sayın Baykal partisinin genel politikasını bu yönde değiştirecek başka adımlar atmadığı sürece, bir süredir yürütmekte olduğu ‘çarşaf açılım’ını ciddiye almak zor. Bu adımların başında, otoriter láiklik anlayışının terk edilmesi ve üniversitelerde başörtüsü yasağını destekleyen tutumdan dönülmesi gelmektedir.

Baykal’ın bu ‘açılım’ını 80’li yıllarda Gorbaçov’un Sovyetler Birliği’nde üstlendiği role benzetenler var. Malum, Gorbaçov en yetkili makamında bulunduğu rejimin alışıldığı şekilde gitmesi halinde, refah ve adalet üretmek şöyle dursun, kendisini idame ettirmesinin bile mümkün olmadığını görmüş ve bir çıkış olarak sistemi şeffaflaştırmayı (glasnost) ve yeniden yapılandırmayı (perestroyka) denemişti. Ne var ki, kaderin bir cilvesi olarak, bu tamir siyaseti sonunda Sovyet sisteminin sonunu getirdi.

Türkiye’de de Baykal’ın bu sıralar Gorbaçov benzeri bir siyaset izlediği görüşü, onu statükosunun önde gelen temsilcisi veya temel aktörü olarak görmeyi ima etmektedir. Ne var ki, Baykal ve partisi bizdeki ‘müesses nizam’ın hatırı sayılır bir aktörü olmakla beraber, temel aktörü değildir. ‘Rejim’i dönüştürecek iradenin tek başına Baykal ve CHP’den gelemeyeceği açıktır. Böyle bir dönüşüm için ‘rejim’in bütün unsurlarının bu doğrultuda uyumlu bir şekilde hareket etmesine ihtiyaç vardır. Oysa, bu cenahta ‘rejim’i dönüştürme yönünde bir iradenin bulunduğuna inanmamız için yeterli kanıta sahip değiliz.

Buna karşılık, bu kesimde, rejimi yeniden yapılandırmak değilse de, başörtüsü yasağının AKP’ye sağladığı düşünülen avantajı onun elinden almak ve AKP karşısında statükocu cepheyi siyaseten güçlendirmek yönünde bir düşünce yeşeriyor gibidir. Büyükşehir belediye başkanlığı için Ankara’da ‘sol’un AKP karşısına ortak bir adayla çıkacağının kesinleşmiş olması yanında, Kemal Derviş’in Türkiye’ye dönme ihtimalinden söz edilmesi ve Hüsamettin Özkan’ın yeniden devreye girmesi bunun işaretleri olarak görülebilir. Kısaca, mesele sistemin köklü bir dönüşüme uğratılmasından ziyade, AKP’nin devre dışı bırakılması çabasıyla ilgili görünmektedir. İşte başörtüsü ‘koz’unun AKP’nin elinden alınması da böyle bir strateji için gayet uygun bir araçtır.

Türkiye’de sistemin yeniden yapılanması ise daha ciddi ve çok boyutlu bir meseledir. Bu bağlamda, rejimin milliyetçilik, láiklik ve otarşi şeklinde özetlenebilecek üç temel özelliğiyle ilgili değişim ve dönüşümler öngörmeyen bir yeniden yapılanmadan söz etmek anlamsızdır. Bunların hepsi aslında değişik ölçülerde de olsa özgürleşme ve demokratikleşmeyle ilgilidir.

Bu açıdan bakıldığında, Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘perestroyka’ yönündeki ilk açılımı İkinci Büyük Savaş sonrasında ‘çok-partili siyaset’e geçişle başlamıştır. Otarşik siyasetin en azından iktisadi anlamda terk edilmesi ise Özal’ın 1983-87 dönemi reformlarıyla gerçekleşti. Ama her iki yönde de sistem henüz konsolide olmuş değildir. Bugün, bu amaca hizmet edebilecek en önemli girişim olan AB’ye tam üyelik sürecinin içindeyiz. Bu sürecin bugüne kadarki esas taşıyıcısı AKP idi, ama bir süredir onun da bu yöndeki iradesinde bir zayıflama var.

Türkiye’nin gerçek anlamda yeniden yapılanması resmi milliyetçilik ve láiklik politikalarının en azında yumuşatılmasına bağlıdır. Ne var ki, sadece statükocu güçler değil, AKP bile özellikle milliyetçilikle hesaplaşmaya hazır görünmüyor. CHP’ye gelince, onun milliyetçilikten vazgeçmeye niyetli olduğuna dair bir işaret olmadığı gibi, son ‘açılım’ının láiklik anlayışını ne ölçüde revize etmekle sonuçlanacağı da henüz belli değildir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Erdoğan Arşivi

Alarm

31 Temmuz 2010 Cumartesi 09:16