Hâriciyemiz din uzmanlarına neden sağır?
Bir defasında bir diplomatımızla sohbet ederken dinî konulardaki cehâleti beni hayrete düşürmüştü. Ülkemizi temsil makamındaki o diplomatın bu konudaki kahredici bilgisizliği nice çamlar devirmesine sebep olur, bilir misiniz? Sol eğilimin hâkim olduğu hâriciyemiz, acaba, Türkiye’deki sol geleneğimizin bir uzantısı olarak çalışma alanına giren konularda din etüd etmeyi irticayla eşdeğer mi görür, merak ediyorum. Hâlbuki, Türk Dış Politikası ne kadar laik hassasiyetler üzerine kurulu olursa olsun, dinle bir şekilde ilgilenmek durumundadır. Bunu sadece İslâm bağlamında anlamayın. İslâm’la beraber Hıristiyanlık ve Yahudilik de öncelikli ilgi alanları arasında olmak zorundadır. Budizm, Hinduizm ve Konfüçyan öğretiler bunlar kadar öncelikli olmasa da yine de ihmal edilemezler.
Bunun için de hâriciyede dinler tarihi bilen, karşılaştırmalı din etüd etmiş uzman kadrolara ihtiyaç vardır.
Dış politikanın farklı din müntesipleriyle ilgili rasyonel politikalarının olması, bunu gerektirmektedir. Neden mi?
Efendim, izah edelim. Önce Hıristiyanlıkla başlayalım.
Türkiye, Kuzey Doğu’sundan tüm Batı sınırlarına varana kadar Ortodoks Hıristiyan ülkelerle komşu. Ayrıca Avrupa Birliği’ne tam üyelik arzusu malûm olduğu üzere stratejik bir devlet politikası. Ortodoks, Katolik ve Protestan ülkelerin birliği yani.
Avrupa toplulukları hayatlarından dini ciddi anlamda dışlamışlar, buna bir itirazımız yok. Lâkin, Avrupa kültürel havzasının Hıristiyanlıktan tamamen âzade olduğunu kim iddia edebilir ki? AB’nin siyasi ve kültürel anlamda Hıristiyanlıkla ilgisini tamamen kestiğini söylemek kesinlikle doğru değildir. Vatikan’ın işlevsel olduğunu da aklı başında kimse inkâr edemeyeceğine göre, bu dünya ile sağlıklı bir diyalog geliştirmek, ister istemez bu dünyanın kimliğini belirleyen en önemli etmenlerden birisi olan din faktörünü ciddiye almamızı zaruri kılar.
Hâriciyemizde, hâriciyemize danışmanlık yapan kadrolar arasında Hıristiyanlık üzerine uzman devlet ricâlimiz var mı? Yoksa bizim irrasyonel laiklik anlayışımız buna da mı izin vermez? Siz hiç Hıristiyanlık üzerine uzman hâriciyeci gördünüz veya duydunuz mu? Bendeniz duymadım.
Oysa, Hıristiyanlık içi mezhepler, bu mezheplerin toplum algısı üzerindeki etkisi ve bu etkinin toplumsal refleksleri ne kadar belirlediği konuları, misyonerlik hareketleri, bunların hedef kitleleri vb. konularda uzmanlarımızın olması, sağlıklı dış politika geliştirmenin de bir gereğidir.
Hıristiyanlıkla ilgili yeteri kadar uzmanlaşmış kadroların varlığının gerekliliğine dair yukarıda yazdıklarım tabiî olarak Yahudilik için de geçerlidir. Ortadoğu sorunu denilen dünyanın en büyük krizinin temelinde Yahudilik meselesi vardır. İsrail denilen bir devlet oraya zerkedilmeseydi eğer, bugünkü anlamda bir Ortadoğu sorunundan da bahsetmeyecektik. Bu sorunun özünü de, iki bin yıl hayâli kurulan hurafe “Büyük Yahudi Devleti” inancı oluşturmaktadır.
Yahudiliği; teolojisi ve fıkhı ile, tarih süreci içinde geçirdiği evrelerle, Musevîlerin yaşadıkları toplumlarda aşağılanmaları vakasıyla, Batı’da maruz kaldıkları toplu katliamlar, getto kültürü ve Batı modernleşmesinde oynadıkları rol ile, gelenek ve modernite arasındaki iç kavgalarıyla, küreselleşen dünyada Yahudi nüfuzunun boyutlarıyla, tarihî Yahudi nefreti ve korkusuyla anlamadan; Yahudi toplumunun kültürel kodları çözülemez.
Bu yapılamadığı içindir ki, Türkiye’nin İsrail politikaları en muhafazakâr hükümetler döneminde bile pragmatizmin sınırlarını aşamamıştır.
Yahudilik anlaşılamadan ne bugünkü Filistin sorunu, ne de Filistinlilere uygulanan zulümler anlaşılamaz. Filistin sorununun çözümüne yönelik üretilen barış senaryolarının neden hayata geçirilemediğinin izini biraz da burada sürmek gerek.
Sizin de dikkatinizi çekmiştir. Yabancı ülke politikacıları Türkiye’ye geldiğinde, bizdeki protokol kuralları gereği onları Anıtkabir’e götürürüz, laikliğimizin gereği olarak. İsrail ise dinî ve tarihî sembolizmi yüksek yerlere götürür konuklarını. Ağlama Duvarı’na, bir havraya ya da en azından soykırım müzelerinden birine, hem de kafalarına bir kippa geçirerek. Sık gördüğümüz bu pratiklerin neye tekabül ettiğini tarihsel Yahudiliği çalışmadan kavramak mümkün mü? Muhatabın zihin yapısını çözmek ve buna paralel rasyonel siyasi açılımlar geliştirmek için bilmek gerek.
İşin özü şudur: Din, toplumsal bir fenomen olarak dünyanın her tarafında ciddi bir meseledir. Toplumların dinî hassasiyetleri, dinî geçmişleri, din-devlet ilişkileri iyi tahlil edilmeden devletler ve bu devletlerin bağlı bulunduğu uygarlıklar arasında sıhhatli politikalar geliştirmenin müşkil olduğu apriori bilinmesi gerekir.
Çin bile İslâm üniversitelerinde eğitim almış Çinli Müslüman gençleri Müslüman Dünya Masası’nda istihdam edip onların sözlerini ciddiye alırken, bizim hâriciyemiz bu alanda yetişmiş insan ihtiyacını karşılamak için bir şey yapmayacak mı?
Hükümetin değişmesiyle gidecek birkaç kişiden bahsetmediğim, “kalıcı yapısal değişiklik”i vurguladığım, sanırım yeteri kadar âşikârdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.