Arıtman'ın bumerangı..
Irkçılık bir zehirdir, kimseyi bulamazsa döner kendini zehirler.
Hele de Türkiye gibi çok farklı etnik kökenlerin birbirine girdiği bir ülkede çok daha tehlikelidir.
1940'larda “Irkçılık ve Turancılık” davasında yargılanmış dava arkadaşları bile birbirlerini “Türk kanından gelmemekle” suçlandırmışlardır.
Mesela “Türkçülük bizim için kan meselesidir” diyen Nihal Atsız da, soyadı “Tümtürk” olan İsmet Rasin Tümtürk de, soyadı “Türkkan” olan Reha Oğuz Türkkan da”Türk kanından gelmemek”le itham edilmekten kurtulamadılar.
Mehmet Akif'e “Arnavut” diyen İsmet Tümtürk'ün etnik kökeni arkadaşları tarafından tartışma konusu yapıldığı gibi, Atsız da Reha Oğuz için “Türkkan'ın ataları Ermeni'dir. O Türkkan değil Ermenikan'dır” demişti.
O Reha Oğuz da Atsızın kafatasının hiç de Türk'e benzemediğini ileri sürmüştü.
Yani iş, kafatası ölçmeye kadar vardırılmıştı sevgili okurlar..
Nihal Atsız, oğlu Yağmur Atsız'a vasiyetinde dışarıdaki ırkların Türklüğün düşmanları olarak bir bir saydıktan sonra içeriye döner ve söyle der:
“Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içer(de)ki düşmanlarımızdır.”
Hatırlatlalım, Atsız'ın bu vasiyeti oğlu Yağmur Atsız tarafından bile kabul görmedi.
* * *
Nihal Atsız ve arkadaşlarını” Irkçı ve Turancı” diye tabutluklara dolduran “İsmet Paşa'nın partisinden Canan Arıtman kalkıyor Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün etnik kökenini sorguluyor.
Şimdi birileri durumdan vazife çıkarıp Arıtman'ın partisinde Atsız'ın “içerdeki düşmanlar” dediği etnik kökenden kaç kişi var diye bir araştırma yaparsa ne olacak?
Geçmişte nice başbakan ve cumhurbaşkanının etnik kökenleri sorgulandı.
Bu ithamlara maruz kalanlardan biri de “12 Mart” ara rejim hükümetlerinde Başbakanlık yapan CHP kökenli bir şahsiyetti.
İsim vermeyeceğim ama Sadettin Tantan'ın dediği gibi “arşivler ortada”, isteyen bakıp bulsun.
Hangi siyasi partinin lideri hangi Başbakan'ın kökeninin “Çingene” olduğunu söylemiş, öğrensin.
* * *
“27 Mayıs” darbesini Kazım Karabekir Paşa'nın Doğu'dan getirip Kuleli Askeri Lisesi'ne yerleştirdiği “Ermeni” yetimleri tarafından gerçekleştirildiği bile yazılıp çizildi bu memlekette.
38 kişiden oluşan Milli Birlik Komitesi'ni töhmet altında bırakan bir iddiaydı bu.
O 38 kişinin içinde sonradan CHP'den milletvekili olanlar da vardı, sonradan parti yöneticisi olanlar da.
Bu iddia tam bir palavraydı.
İngilizlerin İstanbul'u işgal ettiği dönemde el koydukları ve yetimhane olarak kullanılan Kuleli Askeri Lisesi'nde barındırılan Ermeni yetimlerini bir sabah toplayıp yanlarında götürmüşlerdi.
MBK'nın hiçbir üyesi de Kazım Karabekir'in “gürbüz çocukları”nın Kuleli'de barındırıldığı dönemde girmemişlerdi Kuleli'yi..
Komitenin en yaşlı üyesi Orgeneral Cemal Gürsel, daha 1914'de Osmanlı ordusunda görev yapan bir subaydı.
General, Cemal Madanoğlu ise soyu sopu belli biriydi. Babası 1924'te yurt dışına sürgün edilen “150'likler”den Eşme'li Madanoğlu Mustafa'ydı.
Albay Alparslan Türkeş ise 1930'larda Kıbrıs'tan gelerek Kuleli'ye yazılmıştı.
Yarbay, Binbaşı ve Yüzbaşı rütbesindeki daha genç subayları yazmama gerek bile yok.
Küçücük bir araştırma yapma zahmetine bile girmeyen ahmaklar böyle bir palavrayı kitaplarını almaktan utanmadılar.
Ama bu palavraya inananlar da var tabii..
Böyle bir Türkiye'de yaşıyoruz.
Herkes lafının nereye gittiğini bilmeli, bu bir bumerangtır döner iddia sahibini vurur.
Mahalle baskısı!
“Boğaziçi Üniversitesi” ve “Açık Toplum Enstitüsü” tarafından desteklenen “Türkiye'de farklı olmak, din ve muhafazakârlık ekseninde ötekileştirilenler” adlı çalışmaya bakarsak mahalle baskısı artmış gözüküyor.
Araştırmaya katılanların büyük bir kısmı “ben de sizdenim” mesajı vermek için cuma namazına gitmeye başlamış ya da cuma namazı kılıyor görünmek için kepenk kapatıyormuş. Şimdi bu tür davranışları 'mahalle baskısı' olarak mı görmek lazım yoksa iktidardan nemalanmak gibi bir güdüyle olduğundan farklı görünme çabası mı saymak lazım?
Her tarafa çekilebilir bir durum bu, ama nedense gazetelerde “mahalle baskısı” olarak yansıtılıyor..
Mesela Anadolu şehirlerinde içki içmenin azalmasını, her köşede içki içilen mekanların bulunmamasını içki içenlere bir baskı olarak mı yorumlamalıyız?
Bazen mahalle baskısını kendimiz oluşturuyoruz. Yani bir algı sorunu sözkonusu.
Araştırmaya göre Alevi aileler, çocuklarına okullarda kimliklerini söylememeleri tembih ediyorlarmış. Neden bir çocuk sünni yahut alevi olduğunu söyleme ihtiyacı hissetsin ki?
Ben hiçbir alevinin, alevi olduğu anlaşılmasın diye ramazanda oruç tuttuğuna inanmak istemiyorum. Alevi öğretisi olduğundan farklı görünmeyi reddeder bildiğim kadarıyla.
Devlet kuruluşlarında değilse bile yerel yönetimlerde Alevi kökenlilerin iş almakta yahut iş bulmakta zorlandıkları doğru olabilir. Pek çok Alevi arkadaşımdan bu yönde şikayetler çok duydum. Dolayısıyla yerel yönetimler bu yakınmaları dikkate almalılar.
Şu “mahalle baskısı”nı doğru tanımlamak gerektiğini düşünüyorum. Tanımı doğru korsak, neyin mahalle baskısı olup olmadığını ancak o zaman daha sağlıklı yorumlayabiliriz.