Zulme rıza zulümdür
Gazze’ye bir kez daha ölüm yağdıran İsrail, gerekçe ve bahane olarak Hamas’ın veya oradaki diğer Filistinli örgütlerin attığı füze ve roketleri gösteriyor. Ama hiç alâkası yok. Gazze tarafından atılan füzelerin İsrail’de yol açtığı zayiatla, İsrail operasyonlarında can veren Filistinli sayısı arasındaki uçurum, kurulmak istenen bu bağlantıyı temelden çökertiyor.
Kaldı ki, Filistinlilere yönelik İsrail vahşeti, Hamas yokken de hep vardı. Çünkü 1948’de katliâmlar üzerine bina edilen İsrail devleti, o gün bugündür katliâmlarla yola devam ediyor.
İsrail’in gerçekleri ters yüz etme, saptırma, demagoji yöntemleriyle işlettiği “mantık” bu. Yaptıklarının sorumluluğunu hep başkalarına atıp kendisini “temize çıkarmak.” Hem vurmak, hem de “Ne vuruyorsun?” diye kafa tutmak.
Son İsrail operasyonlarını mazur göstermek veya en azından İsrail’e yönelik tepkileri hafifletmek için bir kez daha bu mantığa başvuruluyor.
Güya mahcup bir eda ile “Masum sivillerin ve çocukların öldürülmesi elbette ki üzücü” denildikten sonra, “ama” diye devam edilerek, “Hamas da ateşkese uymayarak, roket fırlatarak ve çocukları kalkan gibi kullanarak İsrail’i bu operasyona mecbur ediyor” noktasına geliniveriyor.
Elbette ki, Hamas’ın da büyük yanlışları var.
Ama o yanlışların hiçbiri İsrail vahşetini haklı göstermek için kullanılamaz. Nerede Hamas’a atfedilen ve çoğu karavana olarak boşa giden Filistin roketleri; nerede İsrail’in her biri hedefini vurarak onlarca çocuğu ve yüzlerce sivili katleden öldürücü füze saldırıları! Kıyası kabil mi?
Kaldı ki, “Ortadoğu’ya barış ve demokrasi getirme” iddiasıyla yürürlüğe konulan BOP’un açıklanan hedeflerine uygun olarak, Filistin halkının oylarıyla sandıktan çıkan Hamas’ı daha ilk günden red ve tecrit edip, bakan ve milletvekillerini karga tulumba zindana tıkan, İsrail değil mi?
Güya çekilip işgaline son verdiği Gazze’yi insafsız ve amansız bir ekonomik ambargo ile gıdasız, yakıtsız, elektriksiz, ilâçsız... bırakarak tam bir açık hava hapishanesine çeviren, yine İsrail...
İsrail devletinin kurulduğu 1948’den bu yana altmış yıldır devam eden bir zulüm söz konusu.
Katliâmlarla, işgallerle, ekonomik ambargolarla sürdürülen bu zulüm, vatanları, hayat hakkı başta olmak üzere bilumum temel hak ve hürriyetleri ellerinden alınan mazlûm Filistinlileri tam bir çaresizliğin içine sürüklemiş durumda.
“Filistin dâvâsı” adına izlenen yanlış yöntemler ise, Filistinlileri kurtarmak bir tarafa, İsrail mezaliminin daha çok şiddetlenmesini netice verdi.
Filistin örgütleri senelerce sosyalist Arap milliyetçiliğini esas alan bir yaklaşımla ve sadece silâhlı mücadele yöntemiyle arz-ı endam ettiler.
Ama olmadı ve sonunda daha gerçekçi bir çizgiye yönelmek zorunda kaldılar. Bu arada Filistin halkında farklı bir gelişme kendisini gösterdi. Sosyalist Arap milliyetçiliğinin yanlışlığını gören Filistinliler kurtuluşu İslâma dönüşte görmeye başladılar. Bu yöndeki şuurlanma süreci Hamas hareketinin kuvvetlenip taban bulmasını sağladı.
Ancak Hamas da İsrail’le mücadele yönteminde, diğer Filistin örgütlerinin evvelce düştükleri tuzaklara düştü. İntihar eylemleri ve roket saldırılarıyla İsrail’in hakkından geleceğini zannetti.
Dahası, Filistin’de ilk kez seçimle iktidar olduğunda, bu fırsatı, diplomatik ataklarla dünyanın en azından bir kısmının desteğini almak için gerektiği gibi değerlendiremeyip, İsrail’in kendisine karşı daha katı şekilde uygulamaya devam ettiği tecrit politikasını bozma becerisini gösteremedi.
Yalnızca, son dönemde, dinen de caiz olmayan intihar eylemlerine son verdi. Ama karavana roket saldırılarını sürdürdü. Ya da kontrol edemediği grupların bu tür eylemlerini engelleyemedi.
Ancak dediğimiz gibi, bunların hiçbiri İsrail vahşetine ve hunharlığına hak verdiremez. Ve İsrail barbarlığına göz yumarak, ona doğrudan veya dolaylı destek veren tavrı mazur gösteremez.
Çünkü zulme rıza göstermek de zulümdür...