Yine abartıyorlar

Yine abartıyorlar

Geçen sene 12 Eylül’de anayasa paketi için yapılan referandum öncesinde iktidar cenahından bazıları, oylamada verilecek “evet” oyları ile darbe anayasasının tarihe karışacağı gibi abartılı söylemler kullanmışlardı.

Oysa paketin muhtevasında bu söylemi destekleyecek güce sahip köklü düzenlemeler yoktu.
Nitekim paketin yüzde 58 oyla kabul edilmesinden beri dokuz ay geçti, ama tarihe karışacağı iddia edilen 12 Eylül anayasası hâlâ yürürlükte.
Referandumun hemen ardından gündeme getirilen “Şimdi sıra yeni anayasada” talepleri ise iktidar tarafından seçim sonrasına tehir edildi.
O durumda beklenirdi ki, en azından seçim kampanyalarının en önemli konusu anayasa olsun. İktidar başta olmak üzere, seçime katılacak bütün partiler anayasa projelerini yarıştırsınlar.
Ancak o da olmadı. Seçim kampanyaları, sanki Türkiye’nin böyle bir meselesi yokmuş gibi, başka konular üzerinden, çok alâkasız, âfâkî ve çoğu zaman düzeysiz polemiklerle yürütüldü.
İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirler için düşündükleri—tartışmalı—“çılgın proje”leri çok önceden açıklayan Başbakan, “En büyük projemiz” dediği anayasayı, seçime ancak bir hafta kala gündeme getirdi, ama detaylarına girmedi.
Darbe anayasasının çöpe atılıp, yerine evrensel kriterlere uygun yeni, demokratik ve sivil bir anayasanın ikame edilmesi gereği, artık herkes tarafından kabul edilip seslendirilen bir vâkıa.
Dolayısıyla, gelinen aşamada yeni anayasadan söz etmek yetmiyor; bunun, düşünülen muhtevası ile birlikte gündeme getirilmesi icab ediyor.
Bu yapılmadan, sadece lâf ve taahhüt olarak yeni anayasadan söz etmek, inandırıcı olamıyor.
Dahası, AKP’nin böyle bir projedeki öncelikli hedefinin başkanlık sistemi olduğu söyleniyor.
Bu da zihinlerdeki tereddütleri arttırıyor.
Şimdi, seçimden sonra nasıl bir Meclis tablosu ortaya çıkacağı bahsinden bağımsız olarak, anayasa meselesinin ne şekilde gündeme geleceği önemli bir soru işareti; belirsiz ve muallâkta.
Konunun anayasa boyutu böyle iken, kimi iktidar sözcüleri, aynen referandumda olduğu gibi, yine abartılı söylemlerle ortaya çıkıyorlar.
Meselâ bu seçimin de değişimle statüko arasındaki mücadele açısından tarihî bir viraj ve dönüm noktası olduğunu söylüyorlar; ama sekiz buçuk yıllık iktidarın kendilerini giderek daha fazla statüko ile bütünleştirdiğini ıskalıyorlar.
En azından son dönemde kendi sergiledikleri tavırların sonucu olarak ortaya çıkan algının bu yönde şekillendiği vâkıasını gözden kaçırıyorlar.
Hal böyle iken, hızını alamayıp bu seçimi “en az Çanakkale kadar önemli” ilân edip, “Ya statüko devam edecek, ya millî irade muktedir olacak” diyen iktidar mensupları mevcut. Ve bu sözlerdeki “Kel alâka” Çanakkale benzetmesinin yersizliği ve abesiyeti başlı başına ayrı bir konu.
Peki, bunlar statüko ile neyi kast ediyorlar?
Meclis çoğunluğu ve hükümet dokuz yıla yakındır; Çankaya dört, YÖK üç buçuk yıldır onlarda. Geçen yılki 12 Eylül referandumunun ardından yüksek yargıdaki etkinlikleri de güçlendi.
Ve bu durum yeni gelişmelerle devam ediyor.
O kadar ki, yeni Yargıtay Başkanı için Arınç, “Benim güzel kardeşim, sınıf arkadaşım, pırıl pırıl bir Anadolu delikanlısı” ifadelerini kullandı.
Yani kadrolar değişiyor, ama sistem hâlâ aynı.
Bu kadro değişimi statükoyu dönüştürecek yapısal ve köklü reformları da beraberinde getirmeli ki, demokrasinin önü açılsın ve gerçek anlamda millet iradesinin hakim kılındığından söz edilebilsin. Bunu sağlayacak reformların başında ise, anayasanın yenilenmesi geliyor. Ama nedense bu konu hep geri planlarda tutuluyor.
Bu duruma son vermenin yolu ise, konuyu partilere bırakmayıp, şuurlu, kararlı, yekvücut bir sivil irade ve inisiyatif geliştirmekten geçiyor
* 1990’a kadar birlikte çalıştığımız ve üstün ahlâkî meziyetleriyle tanıdığımız Seyfullah Bahar’a, oğluna ve yol arkadaşlarına Allah rahmet eylesin. Mekânları Cennet olsun. İnşaallah şehittirler...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi