Yeni bir senaryo

Yeni bir senaryo

Dört sene evvelki 22 Temmuz seçiminde sandıktan çıkan sonuç, daha öncesindeki iki partili Meclisi dört partili bir yapıya dönüştürmüş; AKP ve CHP’nin yanına MHP ile BDP’yi de ilâve etmişti. Ve bu yeni yapısıyla Meclis, Cumhurbaşkanı Gül’ün yaptığı müteaddit açıklamalarda “Temsil düzeyi en yüksek parlamentolarımızdan biri” olarak tavsif edilmişti.
Ancak bu değerlendirmenin gerçeği ne ölçüde yansıttığı, tartışmaya açık bir husus. 27 Nisan muhtırası ve AYM’nin 367 kararı gibi ters tepip tepki oylarını tırmandıran müdahaleler, seçmen tercihlerini manipüle etmek için medya kanalıyla yürütülen psikolojik operasyonlar, yüzde 10 barajı ve partilere yapılan hazine yardımının dağıtımındaki haksız düzenleme gibi bir dizi sebep, bu “temsil”in arkaplanını sorgulatacak nitelikte.
Şimdi görünürde iktidar partisine yönelik “derin müdahale”lerin söz konusu olmadığı, tam tersine muhaliflerin iktidar kaynaklı baskı ve yıldırma politikalarına hedef olduğuna dair iddiaların seslendirildiği bir ortamda yine sandığa gidiyoruz.
Düne kadar “mağdur” konumunda görülen iktidar partisi için artık “mağrur” ifadesinin kullanılmaya başlanması, bu noktada ilginç bir gösterge.
Toplumun en azından bir kesiminde bu yönde bir algının oluşması, bakalım, 12 Haziran gecesi sandıktan çıkacak sonuçları nasıl etkileyecek?
Bu bağlamdaki konjonktürel, ama etkili faktör 22 Temmuz’da AKP’nin yelkenlerini şişirmişti.
12 Haziran’da o rüzgâr biraz ters yönden esiyor.
Muhalif cenahtaki bu “mağduriyet” söylemine karşı iktidarın meseleyi “darbecilerle hesaplaşma” temelinde yorumlaması; Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonları bu çerçevede değerlendirip, “Bize yine destek ve güç verin ki, bu hesaplaşmayı sonuçlandırabilelim” talebi için gerekçe olarak öne sürmesi, rüzgârın yönünü ne ölçüde değiştirir?
Bunun dışında, seçmen iradesinin sağlıklı bir şekilde oluşmasını engelleyen yapısal sebepler aynen devam ediyor: Seçim barajı, yarıştaki haksız rekabet, iktidar ve devlet imkânlarının kullanılması, yönlendirme amaçlı medya yayınları ve anketlerle yürütülen yoğun psikolojik operasyonlar...
Bu seçimde dikkat çeken bir diğer nokta da, alttan alta yeni bir senaryonun seslendirilmesi:
“AKP yine birinci parti olsun, ama gücü azaltılarak. Karşısında da CHP’nin ağırlığı artsın.”
Önce adını vermeyen bir Beyaz Saray yetkilisine atfen yayınlanan “AKP artık doyum noktasına ulaştı; çıkabileceği en üst sınır, 2009 yerel seçiminde aldığı yüzde 38” beyanı; sonra aynı paralelde başka yorumların dillendirilmesi, bu bağlamda dikkat edilmesi icab eden önemli işaretlerden.
Rusya’da yapıldığı söylenen bir ankette birinci parti CHP olarak gösterilirken AKP’nin ikinci sıraya indirilmesi de bir başka “uçuk” gösterge.
Uçuk, ama asıl maksat manipülasyon olunca herşey mümkün! Tersinden de, düzünden de...
Esasen, Baykal’ın bir kaset operasyonu ile alaşağı edilmesinden sonra CHP’ye yeni bir şekil verilmesinin rastgele bir iş olmayıp, çok derin ve kapsamlı bir projenin parçası olduğu da giderek daha iyi anlaşılıyor. Burada, TSK içinde dünyadaki ve ülkedeki gidişatı kavrayamamakta inat eden eski kafalı askerlerin Ergenekon ve Balyoz operasyonları ile tasfiye edilmesine benzeyen bir sürecin CHP'de de gerçekleştirildiğini görmekteyiz.
Böylece Önder Sav’ın başını çektiği katı laikçi Kemalist ekip dışlandı; onun yerine vurguyu laiklikten sosyal devlete kaydırıp, CHP’yi, yıllardır uygulanan ekonomik politikaların mağdur ettiği kesimler başta olmak üzere kitlelere yaklaştırma esası üzerinde çalışan yeni bir kadroya yol açıldı.
Söylemler yenilendi; eski laikçi ve irtica karşıtı vurguların incitttiği dindar kitlelerle barışıp arayı ısıtmaya yönelik, meselâ cemaatleri sosyal gerçek olarak kabul eden pozitif mesajlar verildi.
Bunlar, CHP için 70’li yıllarda Ecevit’in yaptığından daha kapsamlı bir değişimi ifade ediyor.
Dileyelim ki, taktik düzeyinde kalmasın.
Ve o noktada hâlâ ciddî soru işaretleri var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi