Ecevit nasıl yalnızlaştırıldı?
Arkadaşımız Mehmet Gündem'in Avni Özgürel'le yaptığı söyleşiyi okumuşsunuzdur.. 'Derin Devlet' denilen oluşumun içinde asker, polis, yerli/yabancı istihbaratçı, diplomat, bankacı, işadamı, siyasetçi ve gazeteci vs, herkesin olabileceğini belirtmiş Özgürel.
Ayrıca farklı ideolojik grupların bu yapı tarafından kontrol edildiğini de eklemiş.
12 Eylül darbesine giden yolun bir taraftan siyasal istikrarsızlıkla, diğer taraftan karanlık eylemlerle açılmasının izahı yapılmış oluyor böylece.
Tabii adresler Ecevit'i gösterirken, askeri darbenin piyangosu 1980'de Demirel'e vurdu. Başbakan Ecevit de olsa durum değişmeyecekti, darbe belki erkene alınacaktı, o kadar.
Aslında Ecevit'in ipi, tam olarak 1979'da çekildi.
Peki ne oldu da Ecevit'in ipi çekildi?
Ecevit Hükümeti'nin Başbakan Yardımcısı Faruk Sükan ne olduğunu gazeteci Cüneyt Arcayürek'e anlatmış yıllar sonra.
Arcayürek “Müdahalenin Ayak Sesleri: 1978-1979” kitabında aktarıyor olayı..
Buna göre 1979 başlarında bir sıkı yönetim eşgüdüm toplantısında bir general Güneydoğu'da bölücülüğün boyutlandığını, giderek azdığını belirten bir rapor sunmuş..
Bölge halkında bölücülüğün bulunmadığını belirten Ecevit ise Kürtlerin de etnik bir grup olduğunu, Rumlar, Ermeniler ve Musevilerin kendi dillerini konuşmaya, kendi okullarında okumaya hakları varsa bu uygulamanın Kürtlere de yapılması gerektiğini söylemiş.
Sükan'a göre askerler o gün Ecevit'i çizmişler.
* * *
Sükan'la yaptığı bu konuşmayı Ecevit'e aktarmış Arcayürek.
Ecevit, “Evet, söyledim. Ama ülke bütünlüğü ve demokratik kurallar içerisinde. Doğrusu da buydu” demiş.
Ecevit eşgüdüm ve MGK toplantılarında anarşi, terör ve bölücülük olayları konuşulduğunda kendi arkadaşları tarafından “yalnız adam” durumuna düşürüldüğünü de söylemiş.
Meğer Başbakan Yardımcısı Orhan Eyüpoğlu ile Adalet Bakanı Mehmet Can bu toplantılarda “Devlet batıyor, elden gidiyor” diye yakınırlarmış hep.
Ecevit bu iki arkadaşını “Bu tür konuşmaları lütfen askerlerin yanında yapmayınız, biz aramızda konulup toplantılara gidelim” diye defalarca uyarmış, ama nafile.
Eyüpoğlu'nun askerlerle yaptığı özel görüşmeleri kulislerde anlattığını hatırlatan Arcayürek'e Ecevit'in yanıtı da ilginçti.
“Benim dışımda herkese söylüyormuş anlaşılan. Eyüpoğlu çok yakın arkadaşımdı, bana gelip bu görüşmeleri hiç söylemedi. Ben çok sonra öğrendim bu ilişkileri.”
At kaçtıktan sonra ahırı kilitlesen ne olur!
* * *
Ecevit'in Özgürel'i destekleyen tespitleri devam ediyor..
“Terör eylemlerinin derinine inildikçe, perde arkasına geçildikçe, sağ eylemciliğin nerede bitip sol eylemciliğin nerede başladığını ayırt etmek çok güçleşiyordu. Adeta perde arkasındaki belirli güçler, kukla oyunundaki gibi, bir elleriyle bir grubu, öbür elleriyle de karşıt grubu idare edip vuruşturuyorlardı.”
Bu kadar da değildi Ecevit'in söyledikleri..
“Bizim açık hava toplantılarımızı karıştırmak isteyen eylem gruplarını, genellikle otobüsümüzün üzerinden kolayca fark edebilirdik. Birkaç yere birden uğrayacağımız gezilerde bunlardan bazıları bizi izlerlerdi. Sağcıların güçlü olduğu bir yerdeki toplantımızı sağcı sloganlarla karıştırmaya çalışan bir grup, solcuların güçlü olduğu bir komşu merkezdeki toplantımızda solcu sloganlarla karşımıza çıkardı. Bazen de tutucu yerlerde halkı bizden kuşkuya düşürecek kadar aşırı devrimci sloganlar atan bir grubu, başka bir yerde sağcılarla sarmaş dolaş görürdük”
Tabii, sonuçta Ecevit Hükümeti düşer, Demirel gelir.
Sonra Demirel de gider, ama darbeyle.
Konyalılar gemiye talip..
Dün Kızılay'ın Türkiye'ye yakışır bir “insani yardım gemisi”ne sahip olması gerektiğini belirtmiş, Osmanlı'nın son döneminde, Cumhuriyetin de ilk dönemlerinde şehirlerimizin bağışlarıyla uçaklar alındığını hatırlatmış, gerekirse şehirlerimizin böyle bir gemi için de kolları sıvayacağını yazmıştım. Sağolsun Konyalı bir okurum (Süleyman Değerli), bu fikrimi destekleyen bir mesaj atmış, paylaşayım istedim.
“Sayın Muradoğlu, Hilal-Ahmer insani yardım ve yüzer hastane gemisi müthiş bir fikir. Tam da Türkiye'nin ihtiyacı olan şey. Her daim denizlerde yardıma hazır bir Kızılay gemisinin o liman senin bu liman benim bahsettiğiniz coğrafyada dolaşması Türkiye'ye büyük bir prestij kazandıracağı gibi yardıma muhtaç insanların da moralini yüksek tutacaktır. Bu nedenle ben bir Konyalı olarak bu projeyi destekliyor ve Konyalılar olarak bu gemiyi (Kızılay Konya Gemisi) yaptırmaya ve donatmaya talibiz diyorum. Konya'nın önde gelen politikacı ve bürokratları, sanayicileri, işadamları, hayırsever ve yardımsever insanları bu projeden haberdar edilsin ve bir an önce çaba göstermeye başlayalım.”
Kuzum hangi Ergenekon bu?
18 Eylül 1978'de CHP Hükümeti'nin Başbakan Yardımcısı Turhan Feyzioğlu istifa etti. Siyasal şiddet eylemleri sürüyordu. CHP'nin Meclis'teki sandalye sayısı 229 idi, Feyzioğlu'nun istifasıyla 228'e düştü. Ecevit Hükümeti'nin devamı 3 oya bağlıydı. Sayı 226'nın altına düştüğünde hükümet de düşüyordu. Hükümetin durumu kritikti. Feyzioğlu'nun yanısıra başka isimlerin de ayrılacağı şayiaları dolaşıyordu kulislerde. CHP'liler ayrılacağı söylenen isimleri ikna etmeye çalışıyordu. İktidar ve muhalefet partileri birbirlerinden adam ayartma çabası içindeydi. Çünkü 19 Eylül'de Meclis'te kritik bir oylama vardı..
Feyzioğlu'nun istifası o akşam CHP Genel Yönetim Kurulu'nda tartışıldı. Genel kanı istifanın önceden planlandığı şeklindeydi. Feyzioğlu'nun istifasının hükümetin çekilmesine yönelik bir planın parçası olup olmadığı tartışılmıştı. 19 Eylül'de CHP Hükümeti 228'i buldu ve tehlikeyi atlattı. Feyzioğlu'nun istifası CHP'de panik yaratmıştı. O gün İş Bankası'nın CHP'li üyeleri İsmail Hakkı Birler ve Cahit Kayra odalarında bu sorunu tartışıyordu. İki isim ayrıca CHP'nin Genel Yönetim Kurulu üyesiydi.
Bakın Kayra ne diyor:
“Birler, bu iş sarpa sararsa size bir şey olmaz; ama ben ne olurum? diyor. Yani Ergenekon'un emirlerini yapmak için ben burada duramam, istifa etmeye mecbur kalırım, diyor. Ben itiraz ediyorum. Tersine, şimdi burada bulunmakla daha çok yarar sağlarsın, otur oturduğun yerde diyorum.”
Peki Birler'i paniğe sevkeden Ergenekon neydi? Bir kişi adı mıydı, yoksa bir örgüt mü? Kayra'nın anılarında yer alan anekdotun siyakına sibakına baktım, bir yere varamadım. Demek ki daha o yıllarda Ergenekon ismi telaffuz ediliyordu. Demek ki o dönemin siyasetçileri böyle bir örgütten haberdardı. Demek ki hükümetin içini karıştıran gelişmelerde Ergenekon'un eli vardı. Terör, döviz darlığı, kuyruklar, grevler falan derken TÜSİAD'ın da gazete ilanlarıyla ateş ettiği Ecevit Hükümeti bir yıl sonra, 1979'da gitti. Geçen pazar Habertürk'te Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı'nın konuğu Cahit Kayra'ydı. Orada olsaydım “Cahit Bey, 1978'de sözünü ettiğiniz bu Ergenekon nedir kuzum” diye sorardım. Siz olsaydınız sormaz mıydınız?