Dünden bugüne değişmeyen klişe söylemler, eylemler
Hz. Adem’le (a.s) başlayan Hak-batıl mücadelesinde, Hakk söylemin ve eylemin esasları değişmediği gibi, Hakk’ı engellemeye çalışan batıl yanlılarının söylemleri ve eylemleri de, o gün-bugündür değişmiyor.
Büyük plânlar/projeler: İnsanlığın ikinci atası Hz. Nûh (a.s.), kendilerini uyarıp arındırmakla görevli olduğu kavmine, vahyi gerçekliği bütün çıplaklığıyla anlattı. Onları “Yalnız Allah’a kulluk etmeye”, Allah’ın dışında peşlerinden gittikleri sahte ilahları terk etmeye davet etti; başlarına gelebilecek felaketlere karşı samimiyetle uyardı. Bu uğurda bütün davet yöntemlerini kullandı, her meşru yolu denedi. (Nuh 71/1-20) “Gelin, Allah’tan sakınıp-korkun ve benim izimden yürüyün!” dedi (Şuara 26/110). Egemen zorbalar, başta Hz. Nuh’u pek ciddiye almadılar; onunla alay edip eğlendiler. Ama daha sonra Hak davayı durdurmak için ciddi ve büyük plânlar yaptılar: “Ve büyük büyük hileli düzenler/tuzaklar kurdular.” (Nuh 71/22)
Son yıllarda, başına büyük büyük sıfatların konulduğu küresel ve yerel ölçekli plân ve projelerin, toplum mühendisliklerinin ortak hedefi İslâm’ın durdurulması değil mi? Demek, plânlar/tuzaklar değişmiyor...
Seçkinci söylem: Hz. Nûh’un çağrısı, mevcut çıkar egemenliğini sarsacak tek alternatifti. “Mele” taifesi, yani ülkenin dizginlerini elinde tutan elit tabaka, Nuh aleyhisselâma karşı mantıklı bir itiraz ve alternatif üretemeyince, saçma-sapan bir seçkinci söylem geliştirdiler: “(Toplumun) en aşağı tabakasından insanların senin ardına düştüğünü göre göre tutup sana mı inanacağız?” (Şuara 26/111)
Benzer tepkilerin ve itirazların günümüzde de genellikle semboller üzerinden yürütüldüğünü görmek ne garip bir tecellidir? Hz. Nuh’a (a.s.), diğer peygamberlere ve son peygamber Hz. Muhammed’e (s.) ilk iman edenlerin çoğunun alt tabakadan insanlar olmasını inkârlarına gerekçe yapan bu saçma seçkinci söylemin, benzer klişelerle ve özellikle de semboller üzerinden günümüz Türkiye’sinde hala tekrarlanıyor olması, evet, garip ama gerçektir. “Çarşaf açılımını” izah eden bir siyasi, “Kara çarşaf geri kalmış kesimlerin kıyafetidir” diyebiliyor. Bu söylem; İslam’ı, İslâmî sembol ve değerleri “geri”, kendilerinin bilinçsizce peşinden gittikleri batıl/ı değerleri, yani ithal malı seküler değerleri ise “ileri” gören çarpık ve çarpıtıcı bir şeytani söylem...
“Komünizm veya şeriat lazımsa!..”: Hak davayı temsil ve tebliğ eden bir diğer peygamber Hz. Musa’dır (a.s.). Zorbalıkta sınır tanımayan Firavun, “Alemlerin Rabbi” olan Allah’ın Hz. Musa’ya lûtfettiği mucizeler karşısında bilgin büyücülerinin hakikati görüp iman etmeleri ve secdeye kapanmaları üzerine onlara şöyle seslenmişti: “Ben size izin vermeden ona inandınız, öyle mi?” (Ârâf 7/123) Bir başka seferinde; “Dikkat edin, ben O’nun dininizi/düzeninizi değiştirmesinden yahut yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum!” (Mümin 40/26) diyen Firavun’un tek endişesi, zulme dayalı çıkar düzenini korumaktı. O yüzden büyücü bilginlerin iman etmelerini bir döneklik, bir isyan/ayaklanma ve hatta bir “tuzak/plân” (7/123) olarak algıladı ve onları tehdit etti: “Bu dönekliğiniz yüzünden, mutlaka, (içinizden) pek çoğunun ellerini ayaklarını budayacağım ve yine mutlaka (içinizden) pek çoğunu topluca asacağım!” (7/124)
Bunlar ne kadar tanıdık söylemler değil mi? Halkının değer yargılarını ve çıkarlarını değil, azınlık elitin çıkarlarını koruma esasına dayalı mevcut düzenden rahatsız olup bir başka düzen arayışına giren insanlara, bir zamanlar “Bu memlekete komünizm lazımsa onu da biz getiririz” diyenler, şimdilerde ise sanki “İslâm lazımsa, onu da biz getiririz” diyor gibidirler. İşin garibi, tehditler ve cezalandırma yöntemleri de aynı... Bu durum, bir zamanlar her türlü dini gelişmeyi tehlike ve tehdit olarak gören seçkinci çevrelerin, son zamanlarda Kur’ân kursu, çarşaf, tarikat vb. gibi konuları “açılım” adı altında istismar etmelerinden başka bir şey değil... Ama kimilerine göre bu; seçkinlerin, artık “izin verdikleri kadar” dinin önünü açma kararıdır.
“Gücümüz var, ezeriz!..”: Firavun’un, zulüm düzenini korumak için başvurduğu en korkunç yöntem ise şu idi: “Onların çocuklarından çoğunu öldürecek ve (yalnız) kadınları sağ bırakacağız: Çünkü, gerçekten onların üzerinde ezici bir gücümüz var!” (7/127). Bu, gücü/nü kutsayan bir yönetimin zıvanadan çıkmasıdır!
Bugünün dünyasında, gücünü kutsayan katil Siyonist rejimin izlediği yöntem ve söylem aynı değil mi? Ezici gücüne dayanarak yıllar yılı Filistinli çocukları öldüren ve öldürmeye devam edeceğini küstahça ilan eden çağdaş Firavun rejiminin eskisinden ne farkı var? Demek, rejimler de, uygulamalar da değişmiyor...
“Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz” diyen müminlerin duası ve duruşu ise şöyle idi; yine de öyle olmalı:
“Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslümanlar olarak öldür.” (7/126)
Hz. Musa’nın ümmetine yaptığı nasihatlere gelince; işte bugün de ümmete düşen görev budur:
“Allah’tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah’ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir.”
“Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek..” (7/128-129)
NOT: Niğdeli kardeşlerimizin “Namaz Gönüllüleri” nezdinde namaz davasına gösterdikleri olağanüstü ilgiye gönülden teşekkürler.
- 21 Şubat Cumartesi saat 19.30’da Bağcılar/Sancaktepe Kültür Merkezi’nde, Prof.Dr. Burhaneddin Can’la birlikte “Ümmet Bilinci”ni konuşacağız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.