Anayasa tutukluğu
Başbakan, “Darbe anayasasından ne zaman kurtulacağız?” sorusuna “Nisan’da” karşılığını vermiş. Bu cevap ilk bakışta, AKP’nin dört buçuk yıllık iktidarında hiç gündeme gelmeyen, 22 Temmuz’dan sonra ise ucundan kıyısından getirilir gibi olduğu halde tepkiler üzerine hemen rafa kaldırılan sivil anayasa projesinin 29 Mart yerel seçiminden sonra yine kamuoyu önüne getirileceği söz ve taahhüdünü içeriyor gibi görünüyor, ama...
Erdoğan’ın sözlerinin devamına bakıldığında, topyekûn bir anayasa değişikliğinin yine söz konusu olmadığı, CHP ile bulunacak asgarî müştereklere göre parçalı ve perakende bir değişiklik arayışına girişme niyetinin varlığı görülüyor.
Başbakan Yardımcısı Çiçek’in aynı paraleldeki beyanları da, gündeme getirilmesi muhtemel anayasa değişikliklerinin yine CHP’nin rıza ve onayına bağlı olarak belirleneceğini gösteriyor.
Daha yola çıkmadan işin seyrini ve kaderini CHP’nin iki dudağına hapseden perakende bir anayasa değişikliği projesinden hayır çıkar mı?
AKP’nin korkusu, CHP’yi dışlayarak yapılacak bir anayasa değişikliğinin, bu parti tarafından yine Anayasa Mahkemesine götürülüp iptali. Nitekim Başbakan bunu açık açık söyledi.
Ve bu durum, AKP’nin kapatma dâvâsı sonrasında nasıl bir psikoloji ve sendrom içine girdiğini ayan beyan gösteriyor. İktidar partisi bir kez daha AYM önüne gitmekten çok çekiniyor.
Kapatma dâvâsında çıkan “ağır ihtar” kararının yükü altında ezilen AKP, resmî ideolojiye yaslanan statükonun bir çeşit “sabıka kaydı” olarak elinin altında tuttuğu bu karar gerekçelerinin, herhangi bir sebeple yine AYM’nin eline düşerse, bu defa kendisini sıyırıp kurtaramayacağı bir şekilde kullanılmasından endişe ediyor.
AYM kararını, tepesinde sürekli sallanan ve her an düşebilecek bir “Demokles’in kılıcı” olarak görüyor ve bu kaygıyla yola devam ediyor.
Peki, bu psikoloji içindeki bir partinin Türkiye’yi sağlıklı şekilde yönetebilmesi, demokrasinin önünü açacak güçlü reformlar yapabilmesi, büyük ümitlerle kendisine oy veren kitlelerin hak ve hukukunu koruyabilmesi mümkün mü?
İşin garibi, anayasa gibi en temel bir konuda yapacaklarını CHP’nin onayı şartına bağlayan ve bunu açıkça dillendirmekte beis görmeyen AKP’nin, aynı zamanda halktan, 22 Temmuz’daki yüzde 47’nin de üzerinde bir oy istemesinin izahı ve mantığı ne? Halk bu partiye niye daha fazla oy versin? Verilen o fazla oyları da bloke edip işe yaramaz hale getirsin diye mi?
Tabiî, burada CHP’nin tavrını da eleştirmek gerekiyor. Bu parti de diğerleri gibi 12 Eylül’ün gadrine uğrayıp o dönemde kapatıldığı ve liderlerine yasak konulduğu halde, bu ihtilâlin hazırlatıp yürürlüğe koyduğu anayasaya dokundurmamaktaki ısrarıyla hangi akla hizmet ediyor?
Mesele “cumhuriyetin temel değerleri” olarak lanse edilen mâlûm “değiştirilemez maddeler” ise AKP onlarla ilgili herhangi bir tasarrufa zinhar niyeti olmadığını tekrar tekrar ilân ediyor.
Haddizatında, köklü bir anayasa reformundan söz edebilmek için, tam tersine işe onlardan başlamak lâzım. Ama AB adayı 21. yüzyıl Türkiye’si hâlâ aba altından sopa göstermeler, örtülü, hattâ açık tehditlerle, bu konuyu tartışmaya açmaktan dahi uzak tutulmaya çalışılıyor.
Ve takiyye ile suçlanan AKP’nin “gizli niyetler”i, bu tutumun bahanesi olarak gösteriliyor.
Altı buçuk yıldır devam eden bu tuhaf duruma artık son verme zamanı hâlâ gelmedi mi?
* Dünkü yazımızla ilgili olarak arayan Mazlum-Der Genel Başkanı Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu, İsrail Kara Kuvvetleri Komutanının Türkiye tarafından tepkiyle karşılanan sözlerini tartışmak üzere hafta başında bir TV kanalında düzenlenen programa birlikte katıldıkları İsrail Başkonsolosunun, “Sizin için PKK ne ise bizim için de Hamas o” diyerek, General Mizrahi'nin beyanlarını sahiplenip savunduğunu aktardı...