ABD'nin Türkiye'ye biçtiği "liderlik" rolü
Başbakan’ın Davos’u “fethedişi”, Türkiye’yi ve Ortadoğu’yu nasıl ayağa kaldırdı, hep birlikte gördük. Taraflı tarafsız herkes, Başbakan’ı takdir etti. Bir avuç İsrailsever müstesnâ… Onlar milleti korkutmaya çalıştılar. Türkiye-İsrail stratejik ortaklığının başmimarı Mr. Solomon Morison Demirel bile, hayatında ilk defa parmağını salladı:
- Faturayı keserler, önünüze korlar, haberiniz bile olmaz!
Fakat ABD’nin pek fatura kesmeye niyeti yok görünüyor. Obama’nın Davos’un “fethine” dair ilk açıklamaları, “Türkiye’nin liderliğini takdir ediyoruz” mealindeydi. Hillary Clinton geldi, o da benzer şeyler söyleyerek gitti. Hattâ Ermeni diasporası ve PKK kartlarını kullanmayacaklarına dair bir çeşit garanti verdi. Muhtemelen Obama da aynı muhtevâda şeyler söyleyecek, Türk insanını sevince boğacak ve gidecek.
Peki ama, bu işte bir gariplik yok mu? ABD yönetimi Davos’un “fethinden” hiç mi rahatsız olmadı? Türkiye’nin Ortadoğu’da kazandığı prestij, ABD yönetimini niçin hiç tedirgin etmişe benzemiyor da, aksine sevindirmişe benziyor? “Türkiye’nin liderliği”ni, ABD yönetimi niçin bazı Türkler’den daha fazla ister görünüyor? Türkiye’nin Ortadoğu’da oynayacağı liderlik rolü, Ortadoğu’da Türkiye’nin mi, yoksa ABD’nin mi liderliği olacak?
***
Mesele çetin görünüyor. Eskiden Türkiye, Ortadoğu’da Sovyet yayılmasına karşı ABD’nin karakoluydu. İran’a karşı tamponuydu. Türkiye bu ABD düşmanlarına karşı kendi başına politika yapamaz ve onlarla hiçbir ilişki kuramazdı. ABD müttefiklerine, bilhassa İsrail’e tafra yapamazdı. Bugün Türkiye, Rusya ve İran’la ABD’ye sormadan ilişki kurabiliyor, Suriye ile yakınlaşabiliyor, Filistin’e girip çıkabiliyor, İsrail’e fırça atabiliyor ve ABD bunlardan memnuniyet duyuyor.
Bu işte bir tuhaflık var ama ne? ABD, Türkiye’nin Ortadoğu’daki liderliğini niçin arzuluyor?
***
Bunlardan daha önemli bir şey var: ABD’nin Türkiye’ye çizdiği liderlik rolünün kapsamı ve sınırlarının ne olduğu…
Bize öyle geliyor ki, Obama yönetiminin İran’la savaşa girmese bile ciddî bir mücadeleye girişeceği anlaşılıyor. Savaş halinde Türkiye’den destek bulamayacağını biliyor. Zaten bu desteğe ihtiyacı da yok: Suud elinde, Irak elinde, Afganistan ve Pakistan elinde. Obama yönetimi, Türkiye’yi politik bir enstrüman olatrak kullanarak kullanarak, İran’ı bölgede etkisizleştirmek istiyor.
Aynı şey; Rusya için de doğru olabilir. Orta Asya Cumhuriyetleri’ne doğru Türkiye’nin her açılımı, Rusya’nın elini zayıflatacak. Azerbaycan ve Gürcistan’ın yanına kısa zaman zarfında Ermenistan da katılacak ve Rusya, Sultan Vahidüddin’in hedeflediği gibi, Transkafkasya’dan kovulacak. Belki yakında yeni bir Çeçen-Rus Savaşı alevlenecek ve bu sefer arkasında ABD olacak.
Obama yönetimi bu politikayı Bush yönetiminden devralmıştır. Yeni bir şey yoktur. ABD, Rusya ve İran karşısında güçlü bir Türkiye’ye ihtiyaç duymaktadır. Öyle ki, mevcud şartlar içinde, Türkiye’nin yerini hiç kimse dolduramaz. Türkiye’nin bölgede kaydedeceği her gelişme, askerî olmasa bile, politik ve retorik bir enstrüman olarak, ABD’nin hedeflerine bir adım daha yaklaşmasını sağlayacaktır.
***
Ama bu sadece işin bir yönü… Bir de diğer yönü var: Türkiye, Ortadoğu’da, tarihinde hiç olmadığı kadar serbest bir politika yürütebilecekse, güçlü ve güvenilir bir ülke olmaya dönük ilk ciddî adımlarını atabilecekse, o zaman her şartta ABD ile çıkarlarının uyuşmayabileceğini de göz önünde bulundurmalıdır. Ki asıl önemlisi, ABD’nin hedefleri değil, Türkiye’nin Ortadoğu’da nasıl bir liderliği hedeflediğidir. ABD’nin senaryosundan çok, Türkiye’nin ROLÜNÜ NASIL OYNAYACAĞI önemlidir.
Sıkıntı da biraz buradadır. Çünkü Türkiye’nin Ortadoğu politikasının ne olduğunu henüz hiç kimse bilmiyor. Araplar’la ne tür bir yakınlaşma içine gireceği, İran’la nasıl ilişkiler kuracağı, Kafkaslar ve Rusya karşısında ne gibi millî emelleri ve hedefleri olacağı, şimdilik netleştirilmemiş şeyler olarak görünüyor. Şimdilik Türkiye yalnız gülücükler dağıtıyor, kimseyle düşman olmamaya bakıyor; fakat dengelerin sarsılması durumunda, nasıl bir tavır takınacağı bilinmiyor.
Açıkçası, ABD’nin bölgedeki emelleri ve hedefleri besbelli olmasına rağmen, onun yazdığı senaryoda başrol oynayacak olan Türkiye’nin ne gibi şahsî/millî emelleri ve hedefleri olduğu hususu belirsizliğini koruyor.