Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Deniz Bey! Sizinki 'taqıyye' değilse; bir 'hilekârlık'tır!

Deniz Bey! Sizinki 'taqıyye' değilse; bir 'hilekârlık'tır!

Hele de siyasetçilerin ağzından düşmeyen bir ‘taqıyye’ terimi var, son 25-30 yıldır... önceden bu terime pek âşinalığımız yoktu, amma, İran’da İslâm İnkılabı gerçekleştikten sonra bizim gündemimize de oturdu.. Lakin, bu kez de, gelişigüzel kullanılıyor..
‘Taqıyye’ arabça bir kelime olup İslâm Istılahatı’nda/terminolojisinde, kişinin inancını açıklaması halinde hayatî bir tehlikeyle karşı karşıya gelebileceği gibi bir can korkusu sözkonusu olduğunda, kendisini korumak, (korunmak) mânasında ve ‘inancını açıklamamak, gizlemek’ yöntemi için geliştirilmiş bir terimdir.. Ki, bu terim, daha çok ‘şiî İslâm’a nisbet ediliyorsa da, sünnî İslâm geleneğinde de ‘ruhsat’ terimi, aynı fonksiyonu ifâ etmekte, bu gibi konularda, ikili bir tercih imkanı sunmaktadır, ‘müslüman insan’a.. Bunlardan birisi ‘azîmet’tir, diğeri ‘ruhsat’.. ‘Azîmet’te, ‘mecburî istikamet’ sözkonusudur.. ‘Ruhsat’ta ise, bir kaç şıktan birini tercih etme imkânı vardır.. Bunlardan birisi de, hayatî tehlike karşısında ‘inancın gizlenmesi’ ruhsatıdır, yani ‘taqıyye’..
Ammâr bin Yâsir, müşrikler tarafından kendisine ve anne-babasına yapılan ve Hz. Peygamber (S)’e hakaret etmesi yolundaki baskılar sırasında, anne Sumeyye ve baba Yâsir, bu teklifi reddedip, işkenceler altında can verdiler, ‘şehid’ edildiler..
Ammâr ise, istenenleri yaptı ve serbest bırakıldı.. Ancak, Ammâr, Hz. Peygamber (S)’e gelip durumu bildirdi ve kendinin ‘günahkâr olup olmadığını’ sordu.. Yüce Peygamber (S) de ona, kalbindeki duyguları sordu.. O da, ‘Sana olan kalbî bağlılık ve muhabbetim azalmadı, bil’akis daha da arttı..’ diye karşılık verince, Hz. Peygamber de ona, ‘o sözlerinin bir sorumluluğunun olmadığını’ bildirdi. O zaman, ‘Yâsir ve Sumeyye boşa mı öldüler?’ sorusu geldiğinde, Resul-i Ekrem (S), ‘Hayır onlar, Cennet’e gitmekte acele etmişlerdir..’ buyurdu. Yani fark, düşmana takınılan tavırların şekil farklılığından ortaya çıkmakta, sadece..
Bu vesileyle hemen ekleyelim.. Bu metodun, önceki dinlerin bağlılarınca da takib olunduğunu biliyoruz.. Nitekim, ‘Ahd-i Cedid/ (İncil)’in, (Resullerin İşleri bölümü ekinde), Sainte Paulos’un da, ‘Korinthoslular’a hitaben; ‘Yahudileri kazanayım diye, yahudilere yahudi gibi davrandım.. (…) Şeriat’i olmayanlara şeriatı olmayanlar gibi davrandım.. Zayıfları kazanayım diye, zayıflarla zayıf oldum..’ dediği görülmektedir..
Bu gibi tavırlar ‘taqıyye’de tehlikeyi bertaraf etmek için kişinin inancını gizlemesi, korunma kaygusu ağır basar.. Böyleyken bugün, ‘taqıyye’, bir ‘hileli işlem, aldatma, kurnazlık’ gibi değerlendiriliyor, siyasî literatürde.. Bu yanlışın da yanlışı..
Ve son günlerde Deniz Baykal, Başbakan Erdoğan’ı en hırçın ifadelerle eleştirir ve suçlarken, ‘Onun taqıyye’ yaptığını söylüyor ve bununla da, ‘kandırmacalı, hileli işlem’ yaptığını anlatmak istiyor.. Halbuki, ‘taqıyye’ o değil; bir ‘haksızlık, zorbalık ve düşmanlık’ karşısında, takınılan bir ‘korunma’ yöntemidir.. Ama, kitlelerin aldatılması hedefleniyorsa, onun adı ‘taqıyye’ değil, ‘hilekârlık’tır, ‘hilebazlık’tır, entrika ve dalavere çevirmek çirkinliğidir..
Ve bu konuda, Deniz Bey, kendisini bir süzgeçten geçirse, iyi olur..
Meselâ.. Henüz 6 ay öncelerde yapılan genel seçimlerinde, Baykal’ın dev seçim afişlerinden birisi de, dikkatlice örtünmüş bir müslüman hanım resmiydi ve Baykal’la birlikte iktidara yürüyordu, güya.. Ve o afiş, seçim otobüsünü bütünüyle kaplamaktaydı..
Bugün ise, aynı Deniz Bey, o şekilde örtülü hanımları bir ‘umacı’ gibi gösteriyor ve onların üzerine, ‘laik /kemalist devrim histerisi’yle saldırmak isteyenlerle kolkola gözüküyor!
Deniz Bey’in hele de 29 Ocak günü yaptığı konuşmada kullandığı argümanlar ise, insana, ‘çarpıtma, yanıltma ve hırçınlık ancak bu kadar olur, pess doğrusu!’ dedirttirecek cinstendi..
Bu konuşmasında Deniz Bey, bir taraftan, ‘Bizim toplumumuzun ezici bir çoğunluğunun Müslüman olduğunu’ belirtirken, diğer taraftan bu ezici çoğunluğu, ‘laiklik anlayışı’yla ezmeye çalışıyor ve ‘Cumhuriyet rejimi Türkiye’ye özgü bir din anlayışı getirdi.(..) Devletin dini olmayacak kararı alındı. Doğrudur veya yanlıştır. Dün de tartışıldı bugün de tartışılıyor. Ama, bu, İslâmiyet’in özünü etkilemedi.’ diyordu.. (İlginçtir, ‘devletin dininin olamayacağı’ görüşü üzerine kurulu ‘laikliği’ ateşli bir şekilde savunan Deniz Bey, -evvelki gün, E. özkök’ün Hürriyet’te yazdığına göre,- Yunan Başbakanı Karamanlis’e, ‘Samimiyetinize inanıyorum. Ama, siz de bizim samimiyetimize inanmalısınız. Siz bir Ortodoks devletisiniz. Biz ise laik bir devletiz. Bizim laik ülke olmamız, AB’ye girmemiz açısından da çok önemli. Biz Ruhban Okulu’nda dini eğitim kapısını açarsak, içeride bazı tarikatlar da aynı taleble kapımıza dayanabilirler. Bu da bizi nereye götürür bilemiyorum.’ demek garabetine; yani, ‘Sizin talebinize evet deriz de, o zaman, müslüman halkımıza yaptığımız baskılar çok sırıtır..’ demek noktasına düşmüş.. )
Deniz Bey, siz işte bu zulmü diri tutmak istiyorsunuz.. Birilerinin yıllar öncesinin şartlarında, millete zorla giydirdiği bir ‘deli gömleği’ gibi, ‘Türkiye’ye özgü din anlayışı’nın mahkûmu muyuz, biz? Ve o katı ‘laik’ düzenlemeler, İslâm’ın özünü etkilemediyse; bu, o düzenlemelerin mâkul oluşundan değil; İslâm’ın hayatiyet cevherinden ve müslümanların ona bağlı kalmak uğruna ödedikleri bedellerden kaynaklanıyor.. Sizin bunlardan haberiniz olmayabilir, hep ‘kaymak tabaka’dan olmanız hasebiyle..
Sizin düşüncelerinize karşı çıkanları ‘umacı’larla korkutmaya kalkışmadan, hür bir mantıkla tartışmaya hazır olsanız; ‘Türkiye Cumhuriyeti’ne karakterini veren laiklik anlayışıdır..’ şeklindeki sözünüze bile, kitlelerin, ‘Biz Allah’ın kuluyuz, laikliğin veya şu-bu ideolojilerin değil!’ diyeceklerini görürdünüz..
Deniz Bey, ‘toplumun değerler sistemi bir fırsat olarak kullanılıyor. çoğu zaman mâsum talepler, haklı şikâyetler çıkış yolu yapılarak, bir süreç işletilir ki, bizi nereye götürür bunun hesabını yapmak mümkün olmaz’ da diyor ve ‘Türbanın, Abbasî ve Vahhabî anlayışın Anadolu’ya dayattığı bir üniforma olduğunu’ bile ileri sürebiliyor..
Bu, ne ilgisiz sözler böyle, Deniz Bey!. Abbasîlik ve Vehhabîlikle ilgili bir şey bilmediğini sergilemenin ne gereği vardı, şimdi.. Ama, şu, ‘Olayın özü şu: Arkadaşlar laiklik ilkesinden sıkıldılar, şimdi onu değiştirmek için harekete geçtiler.’ sözünüz yok mu? İşte bu bile, dayatmacılığınızı kabul ettiğinizi göstermekte.. Sıkılmak ne kelime, bu millet, o ‘deli gömleği’ni hiç bir zaman kendi rızâsıyla değil, dârağaçlarında sallandırılarak, silahların caydırıcılığından meded umanlar karşısında ‘taqıyye’ yaparak bugüne gelmiştir, ve bu, zorbalık, entrika ve hilekârlık değildir, laikçilerin yaptığı gibi..


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi