Biraz da başörtülüleri anlamaya çalışsak...

Biraz da başörtülüleri anlamaya çalışsak...

En basit ve anlaşılır konuları bile, iyice karmaşık hale getirmekte ne kadar da mahir adamlar var ülkemizde.
Saçmalamanın, saptırmanın, hezeyanın, korku ve vehimlere dayalı paranoya üretmenin bini bir para.
Başörtüsü konusunda en sağduyulu ve objektif görünenler bile, “Efendim, eğer halkın az bir bölümünde dahi olsa, bir takım korku ve endişeler varsa, bunu anlamak lazım” diyorlar.
Tamam, elbette anlayalım.
Peki toplumun büyük bir kesiminin mağduriyetini, duyarlılığını ve içine itildiği dışlanmışlık psikolojisini kim anlayacak?
Gelelim can alıcı sorumuza:
Niye bu ülkede meseleler tartışılırken, başını örtenler sürekli olarak teşrih masasına yatırılıyor ve her şey onların üzerinden tartışılıyor?
örneğin, “Başını örtenler, örtmeyenler üzerinde baskı oluşturabilir” deniliyor.
Peki başını örtmeyenler, örtenler üzerinde hiç baskı oluşturmaz mı?
Ben şahsen bir çok kadının, “Aslında başımı örtmek isterim ama içinde bulunduğum çevremden dolayı bunu yapamıyorum. çünkü benimle ‘Daha düne kadar mini etekle gezerdin, n’oldu böyle, hidayete mi erdin birden’ türünden laflarla alay ederler, beni dışlarlar” diye yakındığını işitmişimdir.
Bu ne şimdi? Baskı değil mi?
Başını örtmek bir “mesaj” içeriyorsa, başını açmak da aynı şekilde bir “mesaj” içermez mi?
Başını örtmek bir dini inanç çağrıştırıyorsa, başını açmak ne çağrıştırıyor?
Başını örtenler, “Ben dindarım, muhafazakarım, tutucuyum vs” demiş oluyorsa, başını açan da “Ben çağdaşım, modernim, Batılı bir yaşam biçimine sahibim” demiş olmuyor mu?
Efendim, başını örtenler örtmeyenler üzerinde baskı oluşturabilirmiş.
Bir “varsayımdan” hareketle yığınla baskı teorisi üretenler, başörtülülerin yıllardır “fiilen” yaşadıkları baskıları niye akıllarına getirmiyorlar?
“De jure” tamam da, “De facto” n’olacak?
Devlet baskısıyla okullarından atılmışlar. Estirilen havayla bir çokları görevlerinden de edilmiş.
Dahası, yıllardır her gün ekranlarda bir çok zevat, “Türban siyasi simgedir. Türban, cumhuriyeti yıkmanın üniformasıdır. Türbanlılar, cumhuriyetin kazanımlarını kaybettirmek istiyorlar. Türbanlılar Arap emperyalizminin uşağıdırlar” türünden inciler yumurtlayıp duruyor.
Peki her gün bu pompalamanın yapıldığı bir ülkede, her gün bu lafları işiterek sokağa çıkanların incinen duyguları, garip bakışlara ve tuhaf sataşmalara uğramaları kimin umurunda?
Bir insan üzerinde, sürekli kendi ülkesinin haini, Arap emperyalizminin esiri gibi gösterilmekten daha büyük hangi baskı olabilir?
Bu ülkede herhangi bir mezhebi, mesleki veya ideolojik kesimle ilgili en küçük bir eleştiri yapıldığında, ağızdan bir gaf çıktığında, bir fıkra anlatıldığında hatta bir dizide olumsuz bir sahne gösterildiğinde bile büyük bir tepki gösteriliyor değil mi?
Peki nasıl oluyor da kadınların yarısından fazlasının başını örttüğü bir ülkede, başörtülünün okuması söz konusu olduğunda yığınla yaralayıcı, küçültücü veya cumhuriyet düşmanıymış ya da vatan hainiymiş gibi gösteren argümanlar bu kadar düşüncesizce sarfedilebiliyor?
Bugünlerde başörtüsü tartışmalarıyla ilgili estirilen bir başka terör de şu türden sözlerle ifade ediliyor:
“Efendim falanca kişi hizmet alan veren ayrımı olmamalı diyor. Bak sen şunun yediği naneye. Filanca şahıs başörtüsü özel giysi gerektiren bazı meslekler hariç her alanda serbest olmalı diyor. Bakın adım adım gelip cumhuriyetimizi yıkmaya çalışıyorlar vs.”
İnsanların düşüncesine katılır veya katılmazsınız ama düşüncelerini açıklamasından niye rahatsız oluyorsunuz?
Bir insan öyle düşünüyorsa, ne yapmalı?
Ağzına zincir mi vurmalı?
Böylelerine, çetin Altan’ın deyimiyle “Vur odunu kafasına, yık yere” formülü mü uygulanmalı?
Adam öyle düşünüyorsa, öyle düşünüyordur. Nitekim her fırsatta örnek alınan batı ülkelerinde polislik de dahil bir çok alanda başörtülü görevliler yok mu?
Sen de kendi düşünceni söylersin, olur biter. Bu öfke, bu sinir, bu faşizm niye?
Son söz:
Dileyen başını örter, dilemeyen örtmez.
Kimse kimseye haksızlık etmeden, adam gibi yaşamanın yollarını bulalım artık.
Yazık oluyor hepimize, bu ülkeye ve bu ülkenin yitip giden yıllarına.

münaşaka
BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, “Düğüm olursa tamam ama toplu iğne varsa rejim elden gidiyor. Bu tartışmalardan utanıyorum. Yıllar sonra çocuklarımız, koca koca kalemşörler, aydınlar neyi tartışmışlar diyecek” demiş.
Tabii, gelecek kuşaklar müze ziyaretini seviyorlarsa!..

sözünözü
Göğün her yerde mavi olduğunu anlamanız için, dünyayı dolaşmanız gerekmez. (Goethe)


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi