'Taife-i Laicus'a meydan okunmaz; baş eğ, ey halkım!.
TüSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, 'ülkenin bütün mes'eleleri bitti de, bu mu kaldı?' diye karşı çıkıyordu, 'başörtüsü yasağının kaldırılması'na.. Ama, bu o kadar zayıf bir gerekçeydi ki, 'Memleketin bütün mes'eleleri bittiydi de, sıra o baskılara mı gelmişti? Hele, bir çetin ve mahvedici savaştan yenik, perişan çıkmış bir ülkede, yapılacak o kadar büyük ve çetin ilk işler varken, yapılması gerekenler, elit takımının zevklerini yansıtan birtakım üst-yapı ve gardrob devrimleri miydi?' gibi bir soruya bile dayanamaz..
Bu gibi suallerin cevabının kelle koparılarak verildiği unutulmamalıdır. Ama yine de masum masum sorulur..
Halbuki, temel hakk ve özgürlüklerin dokunulamazlığının garanti altına alınmak istendiğinde, önce, 'şimdi zamanı mıydı?' diye bir sualin sorulması bile saçmadır. çünkü, bir hakkın özü, birtakım maslahat ve menfaatlere fedâ edilemez..
Kezâ, düne kadar, 'Bir bez parçası için nedir bunca ısrar?' diyen kemalist/ laikler ise, şimdi, hamle üstünlüğünü yitirdiklerinin kanaati içinde öylesine çaresiz çırpınışlar sergiliyorlar ki, 'bez parçası' diye küçümsemeye kalkıştıkları o örtüye karşı çıkmak için yarıştalar.. Hattâ, aklına esen her şeyi söyleyecek kadar hezeyan hecmeleri içindeki bir üşütük prof. kişi (Y. K) de, 'başörtüsünün yahudi âdeti olduğunu' söylemiş, Avrasya isimli bir tv. programında.. Böyleyken Ş. Eygi gibi 'âbi'lerin ise, hâlâ, örtüye 'deve hörgücü' benzetmesi yapması!?!
Deniz Baykal'ın, 'başörtüsü, türban, (Kelime-i Şehadet)'in yerine geçti..' noktasına kadar gelmesi ve ağzına gelen her şeyi, bu kadar frensiz ve pervâsızca, her türlü 'mâkuliyet' sınırını bütünüyle safdışı edecek şekilde konuşması karşısında söyleyecek söz bulamıyor insan..
Hele, Gen. Kur. Başk.'nın, 'Bizim bu konudaki görüşlerimizi herkes bilir..' demekle yetinmesi üzerine, Baykal'ın, şimdi, çok bir 'sivil özgürlükçü' havayla, Büyükanıt'a, 'Gölge etmeyin, başka ihsan istemeyiz..' diyebilmek noktasına kadar gelebilmesi, çok ilginçtir. O Baykal ki, '28 Şubat zorbalığı' günlerinde, 'alikıran-başkesen' edâlı bazı generallere 'demokratik haklarını kullanıyorlar..' diye destek veren kişiydi.. Şimdi ise, güvendikleri dağlara kar yağdığını görmenin şaşkınlığı içinde, 'sivil özgürlükçü' pozları takınıyor.. Ama, asıl maskeleri düşen bir diğerleri de, özgürlüğü sadece kendileri için isteyen, başları açık onbinlerce genç kız.. Onların şimdi sessiz kalması ve zorbalıklar yanında gözükmekten kaçınmamaları, esef verici. Halbuki gerçekten de özgürlükçü idiyseler, bunu göstermenin tam zamanıydı..
Evet, şimdi, bütün kemalist/ laikler vargüçleriyle direnmeye çalışıyorlar..
İst. üni., ODTü. ve diğer üni. kuruluşlarının eteklerindeki son taşlarına kadar her neleri varsa, atmaları ibretle seyredilmelidir.. 'Bu kanun çıkarsa, üniversitenin kapılarını kilitler, kapatırız..' diyecek kadar, oraları babalarının mülkü sanan, 'duka'lık'lar oluşturmuş dikta heveslileri ve hattâ, 'TBMM'yi tanımayız..' diyenler bile var.. ODTü ise, 'üniversite din özgürlüğü sunmaz.. üni.ler her türlü inancın özgürce yaşandığı yerler değil, her türlü inancın bilimsel açıdan özgürce tartışıldığı yerlerdir' diyordu.. Ama, o bildiride, 'devrimler ve laiklik ilkesi'ne de vurgu yapılıyordu. Hani, 'özgür tartışma ortamı'ndan dem vuruyordunuz.. Bu durum, 'Ben ne perhiz, bu ne turşu?' deyimini hatırlatmıyor mu?
İst. üni. Rektörü Prof. Mesut Parlak ise, 31 Ocak günü yaptığı konuşmada, -daha önceleri, örtülülerin üniversitelere alınmamasından hiç rahatsız değilken- şimdi, yapılması düşünülen düzenlemeyle, 'türban konusunun ülkemizin birlik ve bütünlüğünü, toplumsal barışı tehdit ettiğini, bu gidiş en kısa zamanda durdurulması gerektiğini' dile getiriyordu.. Gerekçesi de şu, Prof.'umuzun: 'Bir yanda, yıllarca zulme uğradığına inandırılmış (yani yanıltılmış) bir grup; öte yanda, daha sert bir mücadelenin başlamasının gerekli olduğunu düşünecek başka bir grup olacaktır.' (Bu sözler, birilerine 'İhtilafı tırmandırın..' çağrısı değil midir?)
Prof. Parlak, 'Türban üniversitelerde serbest bırakılınca Türkiye daha mı dindar olacaktır?' derken, gerçekte, 'Halkımız 50 yıl öncelerde Müslüman değil miydi?' diyen Baykal'la aynı mentalite sefilliğini paylaşmak durumuna düştüğünü göremiyordu.. Ama, Parlak'ın kendisine de döndürülmesi gereken şu soru önemli: 'Kimse kendi heveslerini, din ile ilgisi olmayan kabullerini bu topluma kabul ettirmeye çalışmasın! (…) Bizler, (…) dinin ne olduğunu sizlerden mi öğreneceğiz?'. Evet, sahi sizden mi öğreneceğiz dinimizi; Sn. Prof.?
Prof. Parlak'ın, 'Türk'ün Osmanlı geleneğinden gelen bir başörtüsü vardır. Daha doğrusu eşarp diye tanımlanan bir örtü vardır. Ona kimsenin karşı çıkacak hali yok..' demesi ise, daha bir super 'Parlak'lık olsa gerek.. Bu Parlak prof.'umuz, demek ki, bu ülkede başları örtülü milyonların, nerelere- niçin alınmadığından habersiz! Başını kuma gömmüş, yıllardır, âdeta..
İlginçtir, Baykal da, 'Nedir bu türban? 50 yıl önce türban var mıydı? 50 yıl önce insanlar bunun farkında değil miydi? İslâmiyet yeniden mi yorumlandı? Yeni bir peygamber mi geldi?' diyor..'T.C. İslâmiyet'in yeni bir yorumunu yaptı..' diyen bir Baykal'ın, 'yeni bir peygamber geldiğini' mi zannetmiş olduğunu düşünmek istemeyiz, ama, Müslümanların inançlarına 80-100 yıldır, hangi ilke ve yöntemlerle nasıl baskılar yapıldığından habersizmiş gibi gözükmesini bir mâsum tecâhul /bilmezlikten geliş olarak değerlendirmek de olmaz.. çünkü, o dayatmacı / jakoben ideolojinin siyasî platformdaki bayrakdarı, bugün, bizzat Baykal'dır.. Böyleyken, Baykal, 'Lise çağındaki kızlar daha mı az dindardır? Onların hakkı n'olacak?' diyebiliyor. Samimî ise, zulmün gevşetilmek istenmesine karşı çıkacağına; o da onların hakkını versin!..
Ama, hayır! Onun ve yandaşlarının derdi, özgürlüklerin musluğunun kendi ellerinde olması, istedikleri kadar lutfetmeleri.. Kendi anlayışlarına, zevklerine ve de diktacı tavırlarına meydan okurcasına ortaya çıkılmasına tahammülsüzlükleri.. Bütün bu yaygara, entrikalarının sebebi, 'Müslüman hanımlara, kendi lutfettikleri kadar bir özgürlük alanı' açmak, başlarının hep eğik olmasını, sosyal hayatta, -Baykal'ın ap-açık dile getirdiği üzere- 'meydan okurcasına' başı dik olarak yer almamalarını; 'temizlikçi kadın' halet-i rûhiyesinden kurtulmamalarını hedeflemeleri yüzündendir.. Yani, baştan aşağı tahakkümcü bir anlayış..
Kopardıkları bu gürültülerle birilerini ürkütebilecekler midir? (Elbette, örtünün çene altından bağlanması gibi komik teferruatın 'hikmet'(!)ini açıklamasa da) Tayyîb Erdoğan'ın, geri adım atacağına ihtimal bile verilmemeli, herhalde.. Atsaydı, '27 Nisan Muhtırası'na karşı öylesine başı dik bir tavır sergileyemez ve doğru olduğuna inandıklarını gerçekleştiremezdi..
Müslüman halkımızın ondan beklentisi, hesabını yine başeğmemek ruhu üzerine yapmasıdır!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.