Peygamber anlatılırken gülen gençler!
İktidar mücadeleleri, ekonomik krizler, Susurluk’lar, Ergenekon’lar, terör örgütleri, ideoloji savaşları, darbeler, muhtıralar…
İnsanın ‘Allahım neler oluyor?’ diyerek haykırası geliyor. Her başlık ayrı bir kaos. Her mesele ayrı bir savaş meydanı.
Sanki yeni bir devlet kuruluyor.
Sanki büyük sancıların sonunda herkes oluşacak yeni yapılanmanın yönetiminin kendisinde olması için bir diğerini acımasızca katletme savaşı veriyor.
“Üç tarafı denizlerle çevrili cennet vatan parçası” üzerinde oluşturulmak istenen “cehennemin” resmini, dün okuduğum bir haberde gördüm.
Fazla geniş bir alanda değil, birkaç lisede öğrenciler arasında yapılan araştırmada ortaya çıkan korkunç sonuç, millet olarak kendi değerlerimizle bize ait olmayan değerlere aşinalık konusunda gençlerin bugün içinde bulunduğu noktayı bütün çıplaklığı ile özetliyordu.
Eğitim öğretim hayatları boyunca periyodik olarak okudukları İstiklal Marşı’nın yazarını, o büyük ustayı, yaşamını bu ülkenin Kurtuluş Savaşı için harcamış, bu ülkeye bir “İstiklal Marşı” yazarken “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın” diyerek dua etmiş Mehmed Akif”i tanımayan, unutan gençliğimizin, ahlaksızlığın diz boyu olduğu toplumların ahlaksızlıkları ile ünlenmiş simalarını bütün varlıklarıyla tanımaları, bütün varlıklarıyla özümsemeleri, adeta kendilerinden bir parça gibi görmeleri karşısında insanın tüyleri diken diken oluyor.
Türkiye’yi skandal meselelerle oyalarken birilerinin toplumun temeline dinamit koyarak bizi nasıl bir infilakın eşiğine getirdiğini görmek zor değil belki ama asıl korkunç olan mesele daha farklı.
Asırlarca savaş meydanlarında yenilmemiş İslam toplumlarının nasıl çözüldüğünü, nasıl yenilgiye uğradıklarını düşündükçe yeni ve çok ağır bir yenilginin ayak seslerini duymamak gibi bir lükse sahip olmadığımızın bilinmesi gerekiyor artık.
Lise öğrencisi bir genç, kendi sınıfında yaşanan bir olayı anlatırken satır aralarında bizi bekleyen korkunç geleceğin, hafızası tamamen silinmiş, geçmişin birikimleri ve maneviyatın güzelliği yerine ahlaksızlığın ve günübirlik basitliklerin yegane durağı olmuş bir gençliği hayal etmek zor gelmedi.
Bir sınıf düşünün, “Habibim sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım” lütfüne mazhar olmuş, “Onda sizin için en güzel örnek vardır” ayetiyle onurlandırılmış, iki cihan serveri Hz. Muhammed (s.a.v) efendimizin hayatı anlatılırken bunu komik bulan, gülen, kahkahalar atan gençler düşünün.
Sonra 50 Cent, Che Guevera… Ve bizimle hiç ama hiç alakası olmayan, tamamen ‘smilasyon’, tamamen uydurma, tamamen dünyevi, tamamen şeytana tabi olmuş nefislere ait, tamamen ahlaksız, tamamen batı ürünü, tamamen öz değerlerinin tümünü yitirmiş insanlığın ürünü simgeler, kişiler, gruplar, örgütler…
Adına sanat deyin, adına devrim deyin, adına sağcılık, adına solculuk deyin. Neresinde durursanız durun asla tutarlı bir yanı yok.
Mutlak doğru ve mutlak yanlışı tamamen unutmuş bir gençlik yetiştiriliyor ve bu iki değer arasında bir, belki birkaç nesil yok olacak.
Düşünsenize, birisi özellikle vurgulamış, “cesaretiniz var mı böyle bir araştırmayı üniversitelerimizde yapmaya?”
Evet, ben de soruyorum şimdi, Türkiye’nin geleceğini karanlık senaryolarla karartma peşinde olanlara ve karanlık adamları kovalamak için mücadele edenlere…
Var mı cesaretiniz. Hadi bir tarafın zaten niyeti, Siyonizm’e, Hıristiyan yaşam tarzına hizmet etmek. Onlar zaten bu ülkenin öz değerlerini yok etmek için bir mücadeleye girişmişler ölümüne. Örgütler kuruyorlar, misyonerlik faaliyetlerini genişletiyorlar, 28 Şubat gibi darbeler yapıyorlar, terör örgütlerini organize ediyorlar, ülkeyi derinden etkileyecek faili meçhullere imza atıyorlar, cami avlularında toplanıp “kahrolsun şeriat” diye bağırıyorlar, her türlü insanlık dışı senaryoları kuruyorlar, küçücük çocukların ilahi okumalarına bile tahammül edemiyorlar, gözlerine batan bütün doğrulara inat inandıkları yanlışlar uğruna Müslümanlara karşı amansız bir savaş başlatmışlar…
Şimdi sıkı durun, işte bu bizim için en acı soru: Ya Müslümanlar ne yapıyor?
Biz birlik miyiz; yoksa param parça mı?
Bölük pörçük, farklı isimler altında kendi gemiciklerimizle yol almaya çalışıyoruz bu deli okyanusta. Herkesin hedefinin aynı olduğunu söylemeyi çok isterdim. Belki gerçekten içimizden geçen aynıdır. Ama gittiğimiz yol, uyguladığımız yöntemler…
Ne yaparsak yapalım üzerinde bir etiket oluyor.
Oysa bizim tek bir etiketimiz var unuttuğumuz belki de: Müslüman.
Dünyanın her tarafında bu etiketi karalama savaşı var.
Oysa artık bilmeliyiz ki bizim en büyük düşmanımız karşımızdakiler değil kendi içimizdekiler. Bize bizden gibi görünenler. Yarınımızı elimizden çalıyorlar. Onların gencecik beyinlerini yıkamak için çetin bir savaş veriyorlar. Bizse, siyasi ve ideolojik oyunların piyonu olma mücadelesi veriyoruz.
Her şeyde geç kalıyoruz. Kaybolan her değerin sorumlusu biziz.
Ne öfkelenmeye, ne de başkalarını suçlamaya hakkımız var. Başkalarına merhamet edelim derken kendimizi nasıl acımasızca cezalandırdığımızın ne zaman farkına varacağız?
Bizi her gün bütün değerlerimizle katledenlere merhamet edelim istiyorlar. Eleştirmeyelim istiyorlar, bırakalım yapsınlar, bırakalım etsinler…
Bırakalım. Her şeyi bırakalım, geleceğimiz dediğimiz çocuklarımız da başlarına geçirdikleri Che şapkalarıyla, giydikleri 50 Cent tişörtleriyle, Peygamberimiz anlatılırken kahkahalarla gülsünler.