Küllerinden doğan medeniyetler
Kader konusunda yaşanılan tartışmaları bir şekilde medeniyet bağlamına da taşıyor ve orada da yaşıyoruz. Mutezile kader yani yeniden başlama veya istinaf olmadığını insanın hayata sıfırdan başladığına (el emru unfun) inanır. İnsanın kaderle ilgili bir kare kökü yoktur. Ehl-i Sünnet ise dünya hayatını sıfırdan değil yeniden başlamak olarak görür. Cennetin yaratılmış mı yaratılmamış mı tartışması da bir şekilde bununla bağlantılıdır. Lakin medeniyet bağlamında genelde karşılıklı istifade ve katkılardan söz edilir. Bu manada Bediüzzaman'ın İmam Rabbani'den aldığı bir kavram vardır. Telahuku efkar yani fikirlerin birbiriyle eklemlenerek gelişmesi ve son aşamasına varması. Medeniyetler de birbiri üzerine ilave ederek büyür ve gelişir. İki tarz medeniyet görüyoruz. Şevki Ebu Halil'in tasnifiyle hadaret ile medeniyeti birbirinden ayıran anlayış. Birisini maddi diğerini de manevi medeniyet olarak görüyor. Suudlu düşünürlerden İbrahim Büleyhi de Batı medeniyetini öncesi olmayan eşsiz bir medeniyet olarak görüyor. Batı medeniyetini kendi kendinin ürünü olarak görüyor. Daha doğrusu M.Ö., 5 veya 6'ncı yüzyıllarda inkişaf eden ve gelişen Yunan felsefesi ve medeniyetinin bir devamı olduğunu ve felsefi anlayışı üzerine müesses olduğunu savunur. Gerçekten de Yunan medeniyetinin Musevilik ile ilişkisi ile Batı medeniyetinin İslam ile ilişkisi benzerdir. Bu medeniyetler birbirinden bağımsız bir şekilde paralel olarak gelişmişlerdir. Bu noktada Batı medeniyetine pozitif anlamlar yükleyen ve 'Batı medeniyetine hayranlığım için bin nedenim var' diyen İbrahim Büleyhi ile bu noktada Muhammed Kutup tam da birbirlerine zıt kutupları temsil ediyorlar.
İbrahim Büleyhi, Batı medeniyetini M:Ö., 5 ve 6'ncı yüzyıllarda durdurulmuş olan Yunan medeniyetinin bir uzantısı ve yeniden aktif hale gelmesi olarak değerlendirmektedir. Ya da medeniyet bazında kayıp Atlantiğin yeniden keşfi. Büleyhi'ye göre yeni Yunan medeniyeti veya Batı medeniyetinin kesinlikle önceki hiçbir medeniyete borcu yoktur. Yani kendinden zuhur halindedir. Lakin dayanaklarını eski Yunan'da bulmaktadır. Batı medeniyeti üzerinde İslam'ın hiç katkısını görmüyor. Burada felsefi ilişki ile medeniyet ilişkisi bağlamında bir paralellik kuruyor. Bilindiği gibi kimi batılı bilim adamları İslam felsefesi diye bir şeyin olmadığını bunun tamamen Yunan felsefesinin tercemesinden ve yorumlanması ve aktarımından ibaret olduğunu savunuyorlar. Dolayısıyla Müslümanların felsefeye ve ilim tarihine orijinal bir katkıları olmadığını söylüyorlar. Aynı şeyi medeniyetler arası ilişki bağlamında İbrahim Büleyhi ileri sürüyor. Gerçekten de öyle mi? Kesin olan şu ki, Batı zaman üzerinden uçarak, atlayarak eski Yunan'a ulaşmadı. Müslümanlar da aracılık etmekten öte işlevler üstlenmişlerdir. Batı'nın Kiliseyi aşmasında ve laiklik prensibine ulaşmasında İbni Rüşd gibi Müslüman filozofların önemli katkısı olmuştur. İbni Rüşdcülük İbni Rüşd'ü aşarak Batı'yı 'aydınlatmıştır.' Nixon gibi devlet adamları da bunu itiraf eder. Lakin laiklik kavramını geliştirmişlerdir ve sonuçta ortaya aşırı dünyevileşmiş bir Batı medeniyeti çıkmıştır. İbrahim Büleyhi bu medeniyeti çok idealize etmektedir. Elbette dış pencereden baksa ve Taha Hüseyin gibi içine girmese bile Muhammet Kutup'a uzak olduğu nispette Taha Hüseyin'e yakındır. Elbette Batı medeniyetinin meziyetleri vardır ama kendi kendisini yok edecek olan nüvelerini de içinde barındırmaktadır. Bu nüveler sekülarizmdir. Dine yabancı olduğu oranda ve nispette toplum kendisine yabancılaşmakta ve yani fıtratına ve tabiatına ters düşmektedir. Bu yabancılaşma da onun sonunun başlangıcını teşkil etmektedir.
İslam, Batı'ya birçok noktadan katkıda bulunmuştur. Lakin Batı medeniyeti, Büleyhi'nin de ifade ettiği gibi felsefi bir ruha haizdir. Bu anlamda İslam medeniyetinden farklıdır. İslam medeniyeti vahye dayalıdır. Elbette Batı medeniyetini anlamaya ve kavramaya ve istifade etmeye çalışmalıyız. Bu anlamaya çalışmak takdir etmeye engel değildir. Zira Halis Çelebi gibilerin yaptığı gibi Kur'an bize 'la tebhesunnase eşyaehum' buyurmaktadır. Yani insanların haklarını ve faziletlerini ketm ve inkar etmek bizatihi insanın gelişmesine manidir. Lakin buradaki sorunlu nokta içselleştirme ve benimsemedir. Yararlanma başka paradigmasını yani fikri bütünlüğünü kabul etme daha başkadır. Batı medeniyeti dinsiz değil ama dine lakayt yani ladini yani dini mensubiyeti olmayan bir medeniyettir. Şimdi ortada Arnold Toynbee'nin ifadesiyle durdurulmuş bir Osmanlı ve İslam medeniyeti var. Bir de sonuna yaklaşmış ve köhnemiş; durdurulan Yunan medeniyetinin son temsilcisi, kopyası ve devamı Batı medeniyeti var! Acaba günümüz, bu durdurulmuş ve yeniden başlamış medeniyetlerin rövanşına mı sahne oluyor?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.