Adâlet neşteri, yargı değerlerine de, değer yargılarına da gerekli..
İKİ NOT: 1-Ludwigshafen, Almanya’nın güneyinde, Rhein nehrinin batı yakasındaki şehirdir.. Doğu yakası ise, Mannheim şehridir.. Ludwigshafen’de 3 Şubat Pazar akşamı çıkan bir yangında, Türkiye’li 9 insanın yanması bir kazâ mı; yoksa, bir sabotaj mıdır?
Her ikisi de olabilir.. Ama, bunun daha üç gün önce, Neo-Nazi’lerin, geçmişte yahudiler için kullanılan ’(cesed yakma fırınları) krematoryumların, Türkiye kökenli yabancılar için de yeniden ateşlenmesi gerektiği’ne dair sözlerinin arkasından geldiği de unutulmamalıdır..
2-‘Gül, saldırgan bir ’ateist’i baştâcı eder mi, dersiniz?’ başlıklı dünkü yazımı Pazartesi akşamı gazeteye geçtikten hemen sonra, Cumhurbaşkanı Gül’ün, tâyinini yaptığı 4 yeni YöK üyesi açıklandı. Açıklanan isimler arasında, dünkü yazımda sözkonusu ettiğim kişinin adını görmemek bir sürpriz olmayıp; olması gereken de o idi..
‘Başörtülüler girerse üniversitelerin kapısına kilit vururuz..’ diyecek kadar despotlaşan ve ‘ateist’ olduğunu haykırarak ilân eden ve ‘bütün dinlerin insanlığa büyük zararlar verdikleri kanaatindeyim’ diyecek kadar uçuk felsefî yorumlara giren ‘postalyalayıcısı’ sözkonusu kişinin YöK içinde nasıl bir fonksiyon ifâ edeceği izahtan vâreste idi. O şimdi, karşılarında telefonda bile, ‘Hazırol..’ vaziyette durduğunu açıkladığı kimselerle sohbetlerini sürdürebilir.
Adâlet, lafzen de ‘bir şeyin tam lâyık olduğu, olması gereken yere konulması’ mânasınadır.
Abdullah Gül, mâkul olanı yaptı ve kendisine yakışan bir dikkatle hareket etti, hayırlı olsun..
***
‘Ecevitler’in veliahdi’ olarak, başında bulunduğu DSP’nin lideri sıfatıyla Zeki Sezer, evvelki gün, Başbakan’la sürpriz bir görüşme yaptı ve ondan, ‘Başörtüsü yasağının kaldırılması’ yolundaki çalışmaların ertelenmesini talep etti..
Bu durum, gerçekten de bir ‘iyiniyet teşebbüsü’ olarak nitelendirilebilir mi?
Henüz iki hafta önce, ‘başörtüsü yasağının kaldırılması’ konusunu, ‘İmam Khomeynî’nin İran’a dönüş yıldönümüne (16 Ocak) denk getirdiğine dikkati çekmekle Başbakan’ı suçlayan da Z. Sezer’di (üstelik o bilgisi de yanlıştı.. çünkü, İmam Khomeynî’nin İran’a dönüş günü; 1 Şubat 1979 idi.. Böylesine iddiaların sahibi bir Zeki Sezer, Başbakan’la görüşürken bu gelişigüzel suçlamaları için özür dilemek inceliğini de göstermiş midir?)
Ama, onun ortaya attığı ‘erteleme’ görüşüne ne demeli?
Z. Sezer’in, Erdoğan’a, ‘Bugün, milletle devlet, yargıyla siyaset, akademisyenlerle akademisyenler, kadınlarla erkekler karşı karşıya..’ diye bir tablo çizip, ‘gelinen sürecin durdurulmasını ve gerginlik sona erdikten sonra ileride bir ortak çözümün bulunmasını’ önermesi ne kadar inandırıcıdır? Z. Sezer bey, müslüman halkımızın başına 80 yıldır tebelleş olan bir avuççuk ‘mütegallibe taifesi’nin feryadlarını işitmeye ayarlı kulaklarıyla, büyük kitlelerin mazlûmiyet feryadlarını da duymuş mudur ve ‘bu konuda, bu zamana kadar ne yapmış ve hangi makûl çabaları sergilemiştir de, şimdi, böyle bir öneride bulunabiliyor?’
**
Deniz Baykal ise, dün, 5 Şubat’ın, laikliğin anayasaya resmen girişinin 71. yıldönümü olduğunu hatırlatarak; Erdoğan’ın laikliğe bağlı olduklarına dair sözlerine karşılık verirken, ‘Ciğeri kediye teslim ederim, ama, laikliği sana asla teslim etmem..’ diye hitab ediyordu. Baykal’ın, Erdoğan’a destek veren başkalarına ‘yağcı’ nitelemesi yapması ve ‘mezbahaya götürülen dananın, kasabının bıçağını yalayarak kurtulacağı’ umuduna kapılmalarına benzetmesi ilginçti.. Hele, Baykal’ın, İslam’ın örtünme konusundaki yaklaşımları için, Ebû Hanife ve diğer ulemâdan görüşler aktarması, laikliklerini korumak için gerekirse, her hilekârlığı yapmakta kimsenin kendileriyle yarışamayacağının bir örneğini daha gösteriyordu; laik rejimin başlangıcındaki gibi.. Baykal’ın, hem Anadolu’daki örtünme şekillerine sığınıyor gözüküp, hem de ‘örtünme’nin İslamiyetin bir icabı olmadığını’ da iddia edebilmesi ve dışardan dayatılan bir ithal örtünme şeklinden sözetmesi, ilginçti.. Yoksa, Baykal farkında olmadan, 80 yıl öncelerdeki ve ‘dışardan yapılan dayatmalar’ı mı anlatmak istiyordu? Söyleyene değil, ‘Söyleten’e bak..
**
Laiklerin kendilerini İslam’a teyid ettirme çabaları ise, daha bir traji-komik.. Ank. üni. Rektörü Prof. Nusret Aras ise, ‘İslam dininde kazâ uygulaması var. Bu kızlarımız bunu bir kazâ olarak saymalıdırlar. Bu bir farz değildir. Dünyada 1,5 milyar Müslüman var. Bunların birçoğu en temel farzlardan Hac vazifesini yapamıyor. Bu durumda bu kişiler Müslüman değil mi? Biz kimsenin dini inançlarına karşı değiliz’ diyordu, dün..
Hiç değilse, bu noktada, Akdeniz üni. Rektörü ve üAK Başkanı Prof. Mustafa Akaydın, kendi bakış açısı içinde daha tutarlı konuşuyor ve ‘Müslüman bir ülke olduğumuz için örtü yasağını savunuyorum. Ben Hristiyan bir ülkede rektör olsam uğraşmam bu işle.. Benim üniversiteme ‘kipa’ (yahudilerin kullandıkları başörtüsüne verdikleri isim) ile girsinler hiç problem olmaz, Müslüman bir ülke olduğumuz için baskı oluşacak..’ diyordu..
**
Konuyu çarpıtmadan konuşan ve lafını en çarpıcı şekilde söyleyen ise, dün, çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği mi ne, öyle bir zorba laik nisvan kuruluşu var ya, onun başındaki Prof. Türkan Saylan (Hani şu Bahar mitinglerinin kraliçesi) oldu: ‘Bizim istemediğimiz bir şeyin Türkiye'de olması mümkün değil!’ dedi ve 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nden sonra darbecilerce idâmen katledilen Adnan Menderes'i hatırlattı, ‘Menderes ne dedi? Siz isteseniz şeriatı bile getiririz' dedi. Bunlar geçmişte olan şeyler. Ne oldu sonuçta? Onlar ne oldu?’ sözleriyle üstü kapalı tehditte bulundu.. Saylan, ‘Hele MHP'nin payandalığını hiç affetmiyorum.’ demeyi de ihmal etmiyordu.. Erdoğan’ı korkutabileceğini sanarak..
**
Ya, Yargıtay Başk.Vekili Osman Şirin’in sözlerine ne demeli?
Yargıtay Başkan Vekili (başkanlarını seçemiyorlar ya, aylardır), yaptığının ‘ihsas-ı rey’ olduğunu bile düşünemeyecek kadar kendini kaybetmiş şekilde konuşuyordu, dün..
Yarın, önüne gelecek bir dosyada, önceden görüşünü açıklayan bir hâkim, adâleti nasıl inşa edecektir? Bu ‘ihsas-ı rey’, ‘redd-i hâkim’ sebebi değil midir?
Bütün dünyada kabul edilmiş basit bir hukuk kuralıdır, bu...
Evet, adâlet neşterinin, bizzat adâlet adına ortaya konulan yargı değerlerine ve değer yargılarına da vurulması gerekiyor..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.