Dünyada imanı olmayana âhirette cennet vatan olmaz
Mekânı, vatanı imanın önüne geçirmek küfürdür. İmanı olmayanın âhirette vatanı, mekânı cennet olmaz. Bazıları ‘dünyada mekân, âhirette iman’ der; ama doğrusu şöyle olmalı: ‘Dünyada sahih-i iman, Âhirette cennet gibi mekân.’ Kim Allah’a sahip o neden mahrum? Kim Allah’tan mahrum o neye sahip? İki dünyalılara, iki dünyası arasında denge kuranlara, âhiretini dünya karşılığında satmayan akıllı tüccarlara düşen görev, hiçbir şeyi imanın önüne geçirmemektir. Allahû Teâla haber veriyor:
“Derken Karun, ihtişam içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar, "Keşke Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı. Hakikat şu ki o, çok büyük devlet sahibidir" dediler.
Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, şöyle dediler: "Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Sevabullah/Allah'ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir." (Kasas Sûresi/79-80)
Kapitalistlere, materyalistlere, maddeperestlere özenmek, İslâm imanı ile bağdaşan bir durum değilidir. Karun’laşmak, genelde insanlık alemi için, özelde ise İslâm ümmeti için kıyamet şiddetinde bir tehlikedir. Her yerde ve her zaman “Sevabullah/Allah’ın mükâfatı”na talibli olmak, imanın şuurunda olmak ve sâlih amel zemininde kalmaktır.
Dünyayı dindışı söylemlerle, bakış ve yorumlama şekilleriyle algılamaya kalkışanların acziyet içerisinde olduğunu bir tarafa koyarak, âhireti dünyanın dışında tutanların da aynı eziklik içerisinde olduklarını itiraf etmek mecburiyetindeyiz. Bilinen bir söz vardır, halk arasında; ‘Dünyada mekân ahirette iman.’ Bu bizim milletimizin yani İslâm milletinin sözü değildir, olamaz da. İslâmî geleneğimizde böyle materyalist bir telakki yoktur. Olsa olsa bu söz; ‘Dünyada iman ahirette mekân...’ olarak vardır. Bu dünyada imanı olana, imanını muhafaza edene cennette bir mekân verilir. Şunu bilelim ki; temeline maneviyatı koymuş bir toplum ‘dünya âhiretin tarlasıdır’ (Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, Beyrut, 1351, I, 412) düsturuna bağlılık gösterirken, onunla inancını kesinleştirip, şekillendirirken, kalkıp bu dünyada makam, mekân istemeyi imanın önüne geçiremez. Onun istediği, isteyeceği bu dünya için, âhirette geçer akçe olan ‘İmandır’. Kestirebiliyoruz ki; kavrayamadığımız, nasıl ve ne şekilde alışkanlık edindiğimizi bilemediğimiz kutsal hurafe (!) Müslümanlığının doğuşu ile bu materyalist kafa yapısı ürünü cümlenin dirsek temasında olduğu. İslam’a normal bir hayat hakkı tanımayanların, onun toplum dışında kalması için uğraşanların ve hatta toplum içinde bulunarak, yalnız vasıfsız durması için uğraşanların benzer ürünler peydahlayarak, toplumu kirlettiği, birikimi, geleneği, kökü çürütmeye yeltendiği açık ve aşikâr ortadadır. Ne yazık ki kirletme ve çürütme hareketini sağlam bir refleks oluşturmak için çaba gösterecek toplum şuuru yoktur. Yazık ki zahmete katlanma lüksünü gösterip bu uğraşılar için mücadele etme ortamı oluşturma derdinde şuurlu bir topluluk da gözükmemekte, neticede de farkında olduğumuz olmadığımız bidatler, hurafeler, ifratlar, tefritler alabildiğine çokça önümüzde durmaktadır. İşte bu hurafelerden birisi de, “dünyada mekân, ahrette iman” hurafesidir. Dünyada mekânımız olsun imanımız olmasın öyle mi? Dünyada imanı olmayanın âhirette cennette yeri, yurdu olur mu?
Dünyayı kazanmak uğruna dinden, dinden kaynaklanan ilkelerden vazgeçmek, doğrudan doğruya imandan vazgeçmektir. Dinde ilkesizlik, imanı bitirir. Müslüman oldukları halde dünyaya ve dünya kaynaklı makamlara, koltuklara sahip olabilmek için dinlerini askıya alanlar, dinleriyle birlikte dünyalarını da kaybedenlerdir.
“Yamadık dünyamızı, yırtarak dinimizden,
Sonunda din de gitti dünya da elimizden!!!...”
Din ve dünyayı kaybetmek, karanlığa gömülmektir. İçinde yaşadığımız bu asırda halimize üzülmemek elde değil. Sağlam bir bellek, berrak bir bakış, şuurlu bir teslimiyet ne yazık ki toplum gündemimizde yok. Asıl üzücü olan ise bunun için ciddi manada bir çaba da yok. Yokları yok edecek bir gayret. Aradığımız, aramamız gereken, dert edip, mesele edip uzun yollara çıkma cesareti göstermemiz gereken sanırım bu. Sıklıkla eleştirdiğimiz konu; Müslümanların dini algılama, anlama ve yaşamları ile ilgili olmakta. Bundan da gocunmadığımızı, buna bir ibadet olarak bakıp, günümüze Müslüman cephesinden bakmak mecburiyetini duyuyor ve öyle hareket ediyoruz. Eleştirdiğimiz, karşı olduğumuz, karşı olmakla onur bulduğumuz, Yaratana sunabileceğimiz en temel husus; İslam’ın bu dünya için geçerli olduğunu haykırmak, onu camilere, mübarek gecelere hapsetmekten kurtarmak olsa gerek. İslâm’ı hayata amir kılmayanlar veya hayatın her alanı üzerinde otoriter olması için çalışmayanlar, mâbedlerini mahbes (hapishane) haline getirmekten kurtulamazlar.
Bu dünyada “Biz de Müslümanız” dedikleri halde mâbedlerini mahbes (hapishane) haline getirenlerin âhirette cennet vatanları olmaz. Cennette vatan edinmenin yolu, bu dünyada imana sadakatten geçer. Şayet birtakım insanlar, Allah'a, Rasûlüne, Kur'ân'a ve tek kelime ile İslâm'a inanıp, İslâm'ın kaidelerini canı gibi koruyup sevemiyorsa, hattâ canından da üstün tutamıyorsa veya tutmuyorsa, nerede ve hangi mevkide olursa olsun, nefisleri ve şeytan bunlara Allahû Teâla dışında yüzlerce, binlerce “ma'bûd-ilâh” ihdas ettirir, Allah'a yapacağı “ibadeti ta'zim”i onlara yapar. Allah’tan başkasına ibadet edenlerin, Allah’ın hükümlerini bırakıp başkalarının hükümlerine yapışanların bütün dünya vatanları olsa dahi cennet mekânları olmaz. Kısacası dünyada varsa sahih iman âhirette cennette vardır mekân. Cennette bir mekânı, evi olmayanlar, bu dünyada imansız kalanlardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.