Hangi liberalizm ‘din düşmanı’dır?
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barak H. Obama’nın İslám dünyasına hitaben 4 Haziran’da Kahire Üniversitesi’nde yaptığı konuşmanın etraflıca ele alınmayı hak eden birçok yönü var ama ben bu yazıda sadece bu konuşmada yer alan bir cümle üzerinde durmak istiyorum. Obama şöyle diyor: ‘Din düşmanlığını liberalizm bahanesinin arkasına saklayamayız.’
Bu söz Türkiye’deki pek çok kişiye eminim tuhaf gelecektir. Öyle ya, Türkiye’de liberaller ‘din düşmanı’ olmak şöyle dursun, tam aksine birçok kişi tarafından ‘dincilerin işbirlikçisi’ olmakla ‘itham’ edilmiyorlar mı?... Eğer Türkiye’deki ‘liberaller’e yönelik bu kınama haklıysa, o zaman ‘liberal’ sıfatının kullanımında ya Türkiye’de ya da Amerika’da bir yanlışlık yapılıyor olmalı. Konu ABD’deki ideolojik yelpaze ve onun kamu siyasetine ilişkin yansımaları konusunda biraz bilgi vermeyi gerektiriyor.
Amerika’da ‘liberal’ sıfatı Avrupa ve Türkiye’de olduğundan kısmen farklı anlamda kullanılmaktadır. Bu tarafta liberalizm onun Locke, Hume ve Smith’den gelen klasik kökleriyle bağlantısını koruyan ve bireysel özgürlük, sınırlı devlet ve piyasa ekonomisini öne çıkaran bir siyasi pozisyonu ifade etmektedir. Oysa, bu değerler Amerika’nın siyasi geleneğinde zaten yerleşmiş olduğu (veya Louis Hartz’ın vaktiyle yazdığı gibi, ‘Amerikan geleneği zaten liberal’ olduğu) için, Okyanus’un ötesinde klásik liberal değer ve kurumları savunanlar muhafazakár sayılmış, buna karşılık bu kurumları daha ‘sosyal’ yönde geliştirmekten yana olan ve bu bağlamda eşitlik ve ‘sosyal adalet’i öne çıkaran reformculara ‘liberal’ denmiştir.
Ayrıca, kendi tezlerini 19. yüzyıl sonlarının ‘sosyal liberaller’inin fikirleriyle ilişkilendirmeleri ve -Rawls ve Dworkin örneğinde görüldüğü gibi- önerilerini bireyci öncüllerden hareketle geliştirmeleri, aslında Avrupa’daki ‘sosyal demokratlar’a çok benzeyen bu grubun ‘liberal’ etiketini sahiplenmesini kolaylaştırmıştır.
Bu ülkede ‘liberteryenizm’in ayrı bir akım olarak ortaya çıkmasının nedeni de budur. Anarşist olanlarını bir yana bırakırsak, liberteryenler hem muhafazakárlara hem de ‘liberaller’e karşı esas olarak klasik liberal fikirleri savunan gruptur. Bunlar muhafazakárlardan eleştirel düşünceye, birey haklarına ve çeşitliliğe verdikleri önemle, ‘liberaller’den ise yeniden dağıtımcılığı ve devletin genişlemesini (‘big government’) eleştirmekle ayrılırlar. Liberteryenlere ‘özgürlükçü liberaller’, ‘liberaller’e ‘eşitlikçi liberaller’ dersek, manzara biraz daha netleşir.
Din meselesinde Amerikan liberallerinin yaklaşımı, ‘din özgürlüğü’nü Amerikan kimliğinin kurucu unsuru olarak gören muhafazakárlardan da, bu özgürlüğü devletin tarafsızlığı çerçevesinde sadece temel bir hak olarak gören klasik liberaller veya liberteryenlerden de farklıdır. Liberteryenler veya özgürlükçü liberaller kamu eğitimine şüpheyle bakarlar; hatta bunlar arasında devletin eğitim sistemini kendi denetimi altına almasını bir tür resmi din tesisi olarak görenler de vardır.
Amerikan liberalleri de elbette din özgürlüğünü temel bir hak olarak kabul etmektedirler, ama onlar -William Galston gibi birkaç istisna dışında- dinin kamu hayatındaki rolünü alabildiğine sınırlamaktan yanadırlar. Onlara göre, tarafsızlık devletin dinler ve mezheplere büsbütün kayıtsız kalmasını ve kamu eğitiminin tamamen ‘láik’ değerler doğrultusunda yapılmasını gerektirir.
Amerikan ‘liberalizmi’nin kurucu isimlerinden John Dewey’nin resmi eğitim sistemini ‘liberal’ sivil dinin bir tür kilisesi olarak gördüğünü, dinle devletin ayrılmasını değil dinin devlete tabi olmasını savunduğunu ve láik kamusal değerler dışında bir hakikat alanı tanımadığını hatırlatırsam, Obama’nın ‘din karşıtı liberalizm’ sözünü anlamak daha kolay hale gelir. Oysa, kendisi de ‘sivik’ bir liberalizmi savunan S. Macedo’nun yazdığı gibi, bu liberalizmle bağdaşmayan bir tür totalciliktir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.