Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

'Paranoia' içinde olanları, muhabbetimizle de tedavi edebiliriz..

'Paranoia' içinde olanları, muhabbetimizle de tedavi edebiliriz..

Pazarları, okuyucu yazışmalarından derlemelere ayırdığım bir ‘Hasbihal’e daha, selâmla..
-Prof. N. M. (açık ismi mahfûz) yazıyor:
‘İnsanların beyinlerinin içi yerine, onlara sosyal hayatta başlarının dışına göre bir yer vermeye ağırlık veren ‘gardrob devrimciliği’ ve şekilci, ‘Tanzimat kafası’ artık milletin iradesine toslamak noktasına gelmiştir.. Bu noktada, birbirlerini bile tanımayan binlerce akademisyenin, ‘e-mail’lerle, özgürlük hareketine katıldıklarını bildirmeleri, üniversitelerde de, resmî söylemin dışına çıkan bir yeni uyanış hareketi olarak umut vericidir.. Gerçi, sırf, kürsü şeflerinin şerrinden emin olmak için, isimlerini vermeyen korkaklar hâlâ da çok; ama, binlerce akademisyen bu fâsid daireyi kırdı..
Bu vesileyle bir yürek yangımı da dile getirmeliyim.. üniversitelerde, özellikle 1997’de, 28 Şubat günlerinden sonra o yasakları, genelde İslamî hassasiyet sahibi olduğu bilinen bazı zayıf kimselerin bile, istemeye-istemeye ve amma, sırf makamlarını, konumlarını korumak için, nasıl uyguladıklarını gördük.. Şimdi de, aynı tiplerin, gelinen noktada, geçmişteki hatalarını affettirmek için en hızlı, ölçüsüz, tuhaf ve tahrik edici uygulamalara bile kalkışabileceklerinden endişe edilmelidir. Güç gösterisi yapanlara mukabil bir güç gösterisi yapmak yerine, onların tutarsızlığını tahrik etmeden, muhabbetimizle göstermeliyiz..’
-Monaroza...@...)’A. Kibritçi imzalı bir şiir göndermiş, bu günleri anlatıyor.’
*(Bir kaç mısraını aktarıyorum): ‘çok farklı amaçlarımız var tatlım, bilemezsin,/ Güzel cümleler kurduğumuza, medenî takıldığımıza bakma,/ Kafamızın derinliklerinde, örümcek ağlarının bulunduğu o bölümde / Yerlilerin vahşi tamtamlarını saklarız../ Rejimleri devirir, laikleri haklarız. (…) Düşündüğünden daha kötüyüz tatlım, bilemezsin,/ Kadınları evlere, erkekleri camilere hapsedeceğiz, / Hırsızların kolunu değil sülalesini keseceğiz,/ Nasıl olduğunu bilemeyeceksin, (…) Uykularını kaçıracağız!/ İşrakta sayım, yatsıdan sonra yat yoklaması../ Sıkı bir mahalle baskısı, /(…) Yorganı kafana çekme, başın açık olmalı!/ Tanımalı seni, biz zombi orduları,/ Sendeki bu Müslüman korkusu,/ çok eğlenceli doğrusu,/ Gölgesinden korkan çocuklar olur ya, hani; /Oturup sana ciddî şeyler mi yazacaktım yani.’ Evet, paranoialar içinde olanları tebessüm ettirebilirse, gerilimlerini giderir, ama, onlar vehimlerini ve de asırlık ‘elitist’ iktidarlarını ve üstünlük iddialarını terkederler mi dersiniz?
-Rızâ Yamanoğlu yazıyor: ‘Y. Şafak’tan Fikri Akyüz’ün, 2 Şubat günü, ‘Memeliler sınıfının insangiller familyasından, iki ayağı üzerinde duran ve yürüyen, arada bir Anıtkabir'e de yürüyen, çenesi düşük, omzu kalabalık, burnu büyük, gerdanı kırık, ensesi kalın, dili uzun, gözleri perdeli, papyonlu yaratık..’ diye tarif ettiği bir taifeye daha fazla söze gerek yok..
-Asç yazıyor: ‘4 Şubat tarihli ve ‘Yerli yabancılar, kölelerinin uyanmaması için direnirken..’ başlıklı yazınızda, sözünü ettiğiniz hususlar bir temennidir.. Keşke, temenniniz gerçek olsa.. Ancak, ben kitlelerin bir şey yapacağını yine de zannetmiyorum. Menderes asıldığında, evlerinde gizlice ağlamaktan başka ne yaptılar ki, bu kitleler; şimdi bir şey yapsınlar? En kolay ve rahat olanı bile yapmıyorlar ki zor olanı yapsınlar.’
*Elbette ki temennilerimizi de dile getiriyoruz.. Ancak, kitlelerin o kadar da teslimiyetçi bir siyaset çizgisi takib ettikleri söylenemez artık.. çünkü, son 60 yıl boyunca, Halk Partisi/ Demokrat Parti veya CHP/ Adalet Partisi gibi kutublaşmalarda aile boyu tercihler temel ölçü iken, artık bu alışkanlıkların terkedildiği, kişi ve kadroların genel eğilimlerine göre tercihlerin kullanılmaya başlandığının en ilginç örneği, son seçimlerdir.. Bunun, iradelerini temsil yetkisi verdikleri kişi ve kadroları savunmakta da gösterilmesi umulur..
-Fatih Furkan yazıyor: ‘Dinlerarası dialog’un 3 amacı olduğu söyleniyordu.. 1- Ilımlı İslam Projesi, 2- İslam dünyasının, Batı’nın zulmüne olan öfkesini kırmak için bir kılıf, 3- Misyonerlik faaliyetlerine zemin hazırlamak..
Bu 3 amaca doğru ilerlenmekte olduğu görülmüyor mu?
İkinci sorum: Bir çok Hak din olmadığına göre, ‘Dinlerarası dialog’ ifadesi yanlış değil mi? *önce ikinci sorunuzdan başlayalım.. Doğrudur, o isimlendirme yanlış.. ‘Dinlerarası’ değil, farklı dinlerin bağlıları veya kültürler ve medeniyetler arası bir ‘dialog’dan sözedilmelidir.
İlk sorunuzda değindiğiniz hususa gelince.. Bir şeyin tarifinde, bağlılarının ve düşmanlarının ölçüsü elbette farklı olur.. İslam’ın tarifini başkalarına göre değil, o dinin temel kitabına göre yapmalıyız.. ‘Ilımlı’ veya fanatik ve aşırısı diye İslam çeşitleri yoktur. Amma, İslam anlayış ve algılayışımız, yetişme tarzımıza, bulunduğumuz sosyo-kültürel çevrelere göre farklı olabilir ve bu tabiîdir de..
Misyonerlik konusuna gelince.. Biz dünyanın her yanında kendi inancımızın tebliğini söz ve davranışımızla yaptığımız gibi, başkalarının da kendi dinlerini anlatmalarından korkmamak gerekir. Biz inancımızın gücünden şüphe ediyorsak, o, inanç olmaktan zâten çıkmış demektir.. Esasen, az biraz ‘tevhîd’ inancını öğrenmiş, az biraz İslamî eğitim almış birisinin, ‘ateist’ olması bile mümkün olabilir de, hristiyan veya yahudi olması neredeyse imkânsızdır.. çünkü, ‘tevhîd’ inancı son derece sâde olduğu gibi, misyonerlerin sundukları inanç sistematikleri son derece karmaşıktır.. Esasen, misyonerlere yönelenlerin, hiç bir inanç eğitimi almamış ve katı laik, ateist çevrelerde yetişmiş ve ruhları tamtakır bırakılmış kimseler arasından çıktığı da ortada.. O halde, herşeyden önce yapılacak olan, insanımızı İslam inancıyla donatmaktır..
-Songül Tümer yazıyor: ‘Müslüman bir insanın dünyaya bakışı ve âhiret’inin de dünyaya bakışına göre şekilleneceği gerçeği açısından.. Her konuya bir müslüman dikkatiyle bakmamız gerektiği daha bir netleşiyor.’
-ömer Bajar yazıyor: ‘Gerçi müslüman kürd halkı üzerinde oynanmak istenen oyunlara karşı çaremiz yok mudur? Bu konuya ne zaman müslümanca bakacağız? Bediuzzaman'ın tam yüz yıl önce, ‘19 Teşrin-i sâni 1324, / 2 Aralık 1908’ tarihli ‘Kürdistan’ gazetesinde yazdıkları bugün için de geçerli.. ‘Lisana âşina olmayan evlâd-ı ekrad (kürd çocukları) (…) ve muallimlerinin lisan-ı mahallîye adem-i vukûfları (öğretmenlerinin de mahallî dili bilmemeleri) cihetiyle, maariften mahrum kalmaktadır. Bu ise vahşeti, keşmekeşi; dolayısıyla garbın şematetini (Batı’nın yakınma, itiraz ve tahriklerini) davet ediyor.’ Evet, bu söz bugün için de geçerli değil mi? Şunu da belirteyim ki, ‘ağaçlar kendi kökleri üzerinde yeşerdiği gibi insanlar da kendi kökleri üzerinde yeşerir..’ Bu köklerden birisi de, insanın ana dilidir. Ve, bütün diller ve kavimler gibi, kürd dili ve kavmi de Allah’ın âyetlerindendir.. O halde, fıtratı zorlamak yerine, onu tabiî çizgisinde geliştirmek gerekir.. Yoksa, baskılar hiç beklenmedik noktalardan patlamalar olarak karşımıza çıkıyor..’

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi