İntihar Edecekti…
Tarih:02.08.2005. saat 16-50. Gizli numaradan bir telefon geldi, açtım, bir bayan. Aramızda şöyle konuşmalar geçti;
- Feyzullah bey’le mi görüşüyorum?’
- Evet, benim dedim.
- Ben sizin bir okuyucunuz değilim. Açıkçası sizin hiçbir kitabınızı okumadım. Telefon numaranızı bir kitap ayıracıdan almıştım.
- ‘Sizi dinliyorum.’ Dedim.
- ‘Otuz yaşındayım. Bugün benim doğum günüm. Ve bugün benim ölüm günüm olacak.’ Dedi… Bir anlık dalga geçildiğimi düşündüm ama zannıma güvenerek hareket etmedim. Neden dalga geçsin ki? Dedim ve emin olabilmek için;
- ‘Nasıl yani ölüm günüm olacak? Tam anlayamadım.’ Dedim. Bana;
- ‘Ben bugün intihar edeceğim.’ dedi.
- Neden ama?
- ‘ Hayattan beklentilerimi bulamadım. Ve ağır gelmeye başladı. Kararım kesin ve bu arada kontörüm de azalıyor…’ Dedi.
- Numaranızı verin ben arayayım dedim ve telefon kapandı.
Ben kara kara düşünürken yaklaşık iki saat sonra şu mesaj geldi;
- Feyzullah Bey ben 15 yaşında evlendim. Eşim son beş yıldır felçli. Hiçbir akrabamız ilgilenmedi. Komşularımız namusuma göz dikiyor. Eşim; ‘Bu dünya şerefsizlerin elinde. Olan hep garibanlara oluyor. Zenginler neden hastalanmıyor diyor.
Hangi ilde ikamet ettiğini sordum ve yoğun ricalarla intihar kararını bir gün ertelemesinin kendisine çok şeyler kazandıracağını söyledim… İntihar düşüncesinin kesin olduğunu, ikamet yerinin de Ankara’ya yakın bir il olduğunu mesajladı… Yoğun bir mesaj yağmuruna tutarak kararından vazgeçmesini sağlamak istedim… Bir nasihatçiden beklediği formatta mesaj atmadım… ‘Eğer sabaha sağ çıkarsam ve eşim de izin verirse sizinle görüşmek isterim.’ Mesajını gönderdi.
Dünyanın en mutlu insanı o an bendim sanırım… Nasıl mutlu olmayayım ki? Şeytanın markajında çırpınan bir insana yardım eli uzatma fırsatı doğmuş bana… İntiharından vaz geçmesi için çok dua ettim. Sonuçta tanımadığım biri… Ne akrabam ne de memleketlim. Ortak tek noktamız ikimizin de insan olması… İnsanların sıkıntılarına yardımcı olmak büyük bir sevap. Bu fırsat iyi değerlendirilmeli…
Muhatabım, bir bayan… Psikolojik bir desteğe ihtiyacı yanı sıra İslami bazı bilgilere de ihtiyacı var. İşi uzmanına bırakmalıydı ben de öyle yaptım. İslam dünyasının yakından tanıdığı bir psikolog âlimin Türkçeye çevrilen kitabı’ Dünyanın en mutlu kadını olabilirsin’ isimli kitabıyla benim bazı kitaplarımı ambalajlayıp yola çıktım… İl merkezinde büyük bir kitapevinde sabah saat onda buluşacaktık. Sabah erkenden otogara geldim ve saat dokuz gibi kitapevinde oldum… O saate kadar mesaj gelmemişti. Umarım intihar etmemiştir diye düşünürken cep telefonuma mesaj geldi. ‘On dakikaya kalmaz oradayım inşaAllah’… Ve saat on olmadan yaklaşık on yaşlarında bir çocukla (Büyük oğlu) geldi. Başörtü kullanmayan fakat çok ta açık kıyafet giyinmeyen bir bayan. Sanki bedeninden kan çekilmiş gibi bir siması vardı. Oturdu… Elinde kitap ayıracı, ama okadar çok dürüm yapıp bozmuş ki, ayıraç harita gibi kıvrım kıvrım olmuş. Belli ki çok sıkıntılı bir süreç yaşıyor.
Kendisi ve aile çevresi hakkında bilgi istedim ve genişçe bilgi aldıktan sonra şimdi sizi dinleyebilirim dedim. Titrek bir sesle; ‘Neden bizi buldu bütün bu olanlar?’diye sordu… Bu bir isyandı… ‘Bacım isyan ettiğinizin farkında mısınız?’ demedim. Kaşlarımı çatarak ‘ne dediğinin farkında mısınız!’ da demedim. Bayanın belkide ilk duyacağı bir söz söyledim; ‘Allah sizinle yakından ilgileniyor ve Allah sizi seviyor fakat siz bunun farkında değilsiniz.’ Dedim…
Yarı şaşkın yarı hoşnut bir şekilde;
- ‘Nasıl olur? Allah beni nasıl sever.’ dedi.
Bayanın Allah inancını az çok tahmin ediyordum. Sanırım şöyle bir Allah inancına sahipti; ‘ Allah sevmediği kullarına bela ve musibet vererek ilk cezasını dünyada verir. Sevdiği insanları da zenginleştirerek dünyada rahat yaşamalarını sağlar… ‘ Böyle inanan bir insanın isyan etmemesi elde değil. Benim Allah inancım böyle olmuş olsaydı isyan cümlelerim kesinlikle yerinde durmaz, artardı…
Bayanın anlayacağı dilden konuşmam gerekiyordu, ben de öyle yaptım ve ona; Oğlunuzun yüksek bir yerden aşağı baktığını ve aşağı düşme tehlikesinin olduğunu hissettiğinizde ne yaparsınız? Büyük bir ihtimal sesli bir şekilde bağırarak dikkat et oğlum düşersin dersiniz. Fakat oğlunuz sizi duymuyor bile… Bu kez ne yaparsınız? Dikkatini çekmek için sert bir cisim atarsınız… Attığınız bu cisim çocuğunuzun mutlaka bir yerlerini acıtır ya da kanatır. Bu sizin çocuğunuzu sevmediğiniz anlamına gelir mi? Dedim yumuşak bir üslupla ve tebessüm ederek…
Allah’ın bazen kullarına bu türden uyarı niteliğinde musibetler vereceğini ve verdiğini hatırlatmam üzerine birazcık da olsa rahatlamıştı. Ama şeytan henüz bayanın yakasını bırakmış değildi. Bu kez eşinin isyanının altına imza atarcasına; Eşim diyor ki neden bu musibet beni buldu ve hep garibanların başına geliyor?
Bayana dönüp; Bulunduğumuz ilde herhangi bir dükkânı soyulan bir esnaf; okadar dükkân varken bu musibet beni mi buldu? Demiş olsaydı haklı olur muydu sizce? Çünkü hırsız kimi soyarsa o dükkân sahibi; hırsız beni mi buldu diyecek… Bu gayet normal bir şey… Allah, yarattığı kullara hastalık vermeyeceğim demiyor ki! İnsanlar hastalanmasa doktorlar iş yapabilirler mi? Ya da eşinize isabet eden felçlik hastalığı kime isabet etmeliydi? Gibi akli yaklaşımlarımla ikna olmuştu hamdolsun…
Negatif enerji yüklü olan bayan bu kez komşularının gözünün namusunda olduğunu söylemesi üzerine kendisine şu soruları sordum; kapı zili çaldığında kapıyı kim açıyor? Eşinizi ziyarete gelen komşularınıza çay gibi ikramları kim yapıyor? Komşularınızla aynı odada mı oturursunuz? Bu sorularıma şöyle cevap verdi; kapıyı genelde ben açarım. Çay gibi ikramları ben yaparım ve aynı odada otururuz… Bu kez islamdaki mahremiyetin hikmetlerinden anlayacağı üslupla bahsettikten sonra bu kez Allah bana mı danıştı da beni yarattı dedi… İçimden Aman Allah’ım! Bu kadın neler söylüyor dedim… Ama şunu çok iyi biliyorum ki manevi olarak çöken bir insan bunları söyler… Bu gayet normaldir aslında.
Çünkü şeytan kişinin psikolojik durumuna göre zarflar atar. Musibetlerle imtihan olunduğunda kesinlikle isyan içerikli zarflar gelir. Çünkü isyan geçici bir rahatlık! Verir.
İnsanlar mutluyken, sıkıntılarda değilken, her şey yolundayken ve hayattan zevk alırken bu türden isyanvari konuşmuyorlar. Rahat olan insana şeytandan isyan içerikli zarflar gelmez. Bu kez yarı bir tebessümle; Düğününüzde, doğan çocuğunuzu kucağınıza aldığınızda, beş çayı yudumladığınızda, arkadaşlarınızla piknik yaptığınızda bu soru aklınıza geliyor muydu? Dedim. Yarı bir tebessümle meselenin mantığını kavrar bir ses tonuyla; ‘hayır, isyan cümleler aklıma gelmiyordu.’ Dedi.
Peki, ne yapacağız? Sorusuna şöyle cevap verdiğimi hatırlıyorum;
Önce problem gibi gözüken sorunlarınızı maddeler halinde yazalım, daha sonra çözümler üretmeye çalışalım dedim. Boş bir kâğıda;
1- Eşiniz rahatsız.
2- Maddi problem yaşıyorsunuz.
3- Komşularınız namusunuza göz dikiyor.
4- Hayattan bir beklentiniz kalmamış.
Şimdi, inanın bu sorunlarla mücadele eden onbinlerce insanlar var. İntihar kesin çözüm olsaydı doktorlar intihar edin derlerdi. Bu kesinlikle bir imtihan ve siz bu sınavı rahatlıkla atlatacak güçtesiniz. Epey nasihat ettikten sonra hediye olarak getirdiğim kitapları verdim ve vedalaştık. Gelişmeleri mesajlamasını söyledim ve İstanbul’a geri döndüm. İki gün içinde namaza başladığını, kapandığını ve konuştuklarımızı eşiyle paylaştığını, eşinin ağlayıp çok pişman olduğunu söyledi… Hastanın yoğun bakımdan elini kolunu sallayarak çıkması gibi sevindirdi beni…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.