Endişeleri dikkate almak…
Medyanın toplumu etkileme gücü küçümsenmemeli. Her ne kadar halk, güven sıralamasında medyayı son sıralara koysa ve medyanın top ateşine tuttuğu liderleri siyasetin zirvesine taşısa da, ülke gündeminin ve toplumsal psikolojinin şekillenmesinde medyanın önemli bir etkisi olduğu kabul edilmelidir.
22 Temmuz seçimleriyle daha güçlü bir şekilde iktidarını sürdüren AK Parti'ye karşı medyanın tavrı, “markaj altında tutma” ve “hareket alanını daraltma” şeklinde ortaya çıktı. İlk gündem itibaren medya gündemin şekillenmesinde öne geçerek siyasi atmosferi kontrol altına almaya çalıştı.
“Mahalle baskısı” tartışmaları, olanı ve yaşananı yansıtmıyordu. Amaç, yönetimin uygulamalarını eleştirmekten ziyade, mahallede bazı sokakları daha fazla tahkim etmek, yönetime karşı olan kesimlerin alerjisini artırmaktı. AK Parti'ye oy vermeyen kesimlerin en can alıcı noktası yaşam tarzını tehdit edecek uygulamalardı. AK Parti iktidarının böyle bir niyeti olmasa da, muhalif kesimlerin biraz daha bileylenmesi, muhtemel adımların önünün kesilmesi için gereken psikolojik baskıyı üretecekti.
İlk dönemlerdeki gizli gündem, takiyye gibi sıkıştırma mekanizmaları işe yaramamıştı. çünkü 1994'den bu yana yerel yönetimlerde, 2002'den bu yana merkezi yönetimde olan bir ekibe böyle bir yakıştırmada bulunmak çok manidar değildi. Hükümetin ve belediyelerin böyle bir amacının olmadığı çok açıktı. öyle olunca cımbızla çekilmiş kimi lokal uygulamaları büyütüp bir tehdit algısı uyandırmak daha fonksiyoneldi.
Kılık kıyafet ile ilgili yasama sürecinde bu propaganda doruk noktaya ulaştı.
Tüm bu yayınların toplumsal bir ayrışma ve kutuplaşmaya hizmet ettiği kesin. Temmuz'dan bu yana körüklenen de “yaşam tarzı” ve “laiklik” zemininde gerilimi yükseltmek, belli kesimlerin duyarlılığını arttırmaktır.
Bunun istismarını yapan, bunu siyasal alana yönelik olarak bir manivela gibi kullanmak isteyenler var. Ama sonuçta bir toplumsal huzursuzluk ve endişe ortaya çıkmaya başladığı da bir gerçek…
Bazı kesimler bu propagandadan etkilenerek “acaba gerçekten yaşam tarzımız tehlike altında mı” diye tedirgin olabilir.
Bu kesimlerin kaygısını gidermek, başta hükümetin görevidir.
Başbakan Erdoğan'ın dün İl Başkanları toplantısın da yaptığı şu konuşma bu endişeyi gidermeye yönelik önemli bir söylemdi: “Eğer bazı vatandaşlarımız samimi bir endişe içindelerse, onlara da açıklıkla ifade ediyorum ki: “Bizim ilkelerimizde başı örtülü, başı açık diye bir ayrım yoktur olamaz. Bunu böyle bilin. Başı açık olan kardeşim, kardeşimdir. Başı örtülü olan kardeşim, o da kardeşimdir. Onun için bunların 'başı açık olanların geleceği garanti altında olmaz' gibi safsatalarına asla uymayın. Nasıl şu ana kadar hiçbir başı açık kardeşim bu ülkede bizden olumsuz bir şey görmediyse bundan sonra da görmez, göremez. çünkü onların yaşam şekli de bizim güvencemiz altındadır.”
Bir iktidarın halkın her kesiminin endişesini ciddiye alması, sapla samanı birbirinden ayırarak, gerilimi körükleyen ve bu işin istismarını yapan kesimlerle, bu işten kaygı duyan samimi vatandaşları birbirinden ayırması duyarlı bir davranıştır.
Erdoğan'ın “Sizi anlıyoruz, daha iyi anlamaya çalışıyoruz. Ne zaman kendinizi, özgürlüğünüzü baskı altında hissederseniz açık söylüyorum, bizi daima yanınızda bulacaksınız” sözleri varolan durumun doğru algılandığını gösteriyor.
Medya, bu süreci körükleyerek toplumsal huzursuzluğu artırmak yerine, demokrasiye ve hukuka daha fazla güvenerek hareket etmeli, sistemin işleyişine yönelik güvensizlik üretmemelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.