Kendilerine gelince 'demokrasi', başkalarına gelince '27 Mayıs'
Başörtüsü yasağının üniversitelerden kaldırılmasını öngören düzenlemenin Meclis’ten geçmesi, bu konuda başından beri muhalif bir tutum sergileyen medyanın bir bölümünü, daha da sert bir muhalefete sevketti.
Kuşkusuz basın, kendi özgürlük alanı içinde siyasi iktidarları dilediği gibi eleştirir.
Ancak her özgürlük gibi basın özgürlüğü de belli bir “sorumluluk ve özen” gözetilerek kullanılırsa anlamlıdır.
Ne yazık ki, birtakım çevreler, son derece sorumsuz bir yaklaşım ve özensiz bir üslubu yeğlediler.
Sorumsuz diyorum; çünkü topluma, aslında toplumda karşılığı olmayan yapay ve tehlikeli bir bölünmüşlük, kamplaşma ve kaos duygusunu, adeta zorla ve bir “temenni” edası içinde pompalamaya çalıştılar.
Bu teze uygun sokak röportajları, yazılar, zorlamayla oluşturulduğu belli birtakım haberler vs.
Medyatik muhalefet, aynı zamanda demokratik açıdan izahı mümkün olmayan özensiz bir dil kullandı muhalefetini sergilerken:
Başbakan Erdoğan’a merhum Menderes’in akıbetini hatırlatmalar… 27 Mayıs imasıyla dolu yazılar… İdam sehpası içeren yorum ve değerlendirmeler… TBMM’de milli iradeyi temsil eden büyük bir milletvekili çoğunluğunu kâh “401 parmak” diye küçümseyip kâh “çoğunluğun zorbalığı” diye aşağılama ve ithamlar vs.
Başbakan Erdoğan, günlerdir estirilen ve özelliklerini yukarıda saydığım bu medyatik rüzgâra sert bir üslupla karşılık verdi.
“Bedel ödemeye hazırız. Biz beyaz çarşafla yola çıktık” dedi…
“Menfaat ve rant beklentisi içindeki bazı medya grupları sanal gerilimler üreterek Türkiye’yi dünyaya bölünmüş bir ülke gibi gösteriyorlar. Kaos bu başlıkları atanların kafasında” dedi.
Başbakan’ın bu sözleri, eleştirilere konu olan medyamızda son derece tepkiyle karşılandı tabii.
Dünkü medyada “Demokrasilerde basın özgürlüğü vardır. Demokrasi, aynı zamanda eleştirme özgürlüğüdür. Hani demokratik nezaket nerede?” diye şikâyetlenen birçok yorum dinledim, yazı okudum.
Hatta Hürriyet, Başbakan’ın medyaya dönük sözlerini “Basına muhtıra” diye sürmanşetine çekmişti.
Gerçekten de tuhaf olduğu kadar acıklı, acıklı olduğu kadar da komik ve ibretlik bir basın gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Hale bakın;
Bu arkadaşlar, kendileri sertçe eleştirildiklerinde hatırladıkları “demokrasi”yi, kendileri başkalarını eleştirirken hiç hatırlamıyorlar.
Başkalarının temel hak ve özgürlükleri söz konusu olunca akıllarına gelmeyen demokrasi, bir siyasetçi çıkıp da kendilerini eleştirince, ilk hatırladıkları şey oluyor.
Kendileri eleştirildiklerinde “demokrasi” diye feveran ediyorlar, ancak kendileri bir Başbakan'ı eleştirirken ona hatırlattıkları şey demokrasi değil, merhum Menderes’in idam sehpası!
Kendilerine gelince “demokrasi”yi hatırlıyorlar, başkaları söz konusu olunca da “27 Mayıs”ı.
Sabah akşam canlarının çektiği herkesi her türlü eleştiriye, küçümsemeye, yerine göre hakaretlere maruz bırakanlar, kendileri eleştirildiklerinde hatırladıkları demokrasiyi, başka zamanlarda da hatırlamalı değiller mi?
Başbakan’ın eleştirileri karşısında “Demokrasi ve basın özgürlüğü” adına feveran edenlerin, bir Başbakan’ı 27 Mayıs’la tehdit etmenin nasıl bir demokratik anlayış olduğunu izah etmeleri de gerekmez mi?
Yoksa siz sadece kendinize mi demokratsınız?
Yoksa demokrasi sizin için yeri geldiğinde elinizi kurulayacağınız, yeri geldiğinde çöpe atacağınız ancak sizin gibi düşünmeyenlerin asla dokunmaması gereken, “kullanımı belli kişilere özel bir havlu” mu?
“Bize demokrasi, başkalarına 27 Mayıs” diyen bir gazeteciliği, demokrasi adına ciddiye almak mümkün mü?
***
münaşaka
Bir Sevgililer Günü muhabbetidir gidiyor medyamızda.
İşin ilginci, her gün ideolojik nefretle dolu haber ve yazılarla toplumu geren en çatışmacı tipler bile, birden “sevgi abidesi insan” triplerine girip içli 14 Şubat yorumları yapıyorlar.
Madem böylesine sevgiyle ürperen bir kalbiniz var, biraz da şu halkımızı sevseniz ya arkadaşlar!..
***
sözünözü
Senin yakınların gelince oklavalar şıkır şıkır, benimkiler gelince öfkeden dişler gıcır gıcır… (Atasözü)