Bu karmaşa bitmeli!..
HSYK üyesi Ali Suat Ertosun'un basın toplantısında kendisine yöneltilen ithamlarla ilgili çeşitli konularda görüşlerini açıkılıyor. Bu açıklamalarının özünü de bütün yaptıklarının hukukun içinde olduğu iddiası oluşturuyor. Baştan sona kendisine yöneltilen eleştirilerden birisi hariç diğerlerini kabullenirken de "Bunlar doğru ama hiçbiri hukukun dışında değil" anlamına gelebilecek bir savunmaya bina ediyordu sözlerini. Elbette hukukun içinde olup olmadığına bizim karar vermemiz doğru olmaz. Ancak, şunu söylemek mümkündür bir şeyin huukuka uygun olması elbette o kişiyi kanun karşısında suçlu duruma düşmekten kurtarabilir ama bazı konular vardır ki, hukuka uygun olması kişiyi kamu vicdanında mahkum olmaktan kurtaramaz. Denebilir ki kişi için esas olan kanun nazarında suçsuz olmasıdır. Bu da doğrudur.
Bu memlekette tüm doğrudan ya da dolaylı darbeleri yapanlar kendilerine göre bur hukuki kılıf buldular, kanunların kendilerine verdiği yetkiye dayanarak yönetime el koyduklarını ilan ettiler. Diyelim ki bizim anayasa ve yasalarımız bazılarına darbe yapma yolunu açıyor. Bu doğru mudur? Rejimi rafa kaldırmak ve darbecilerin keyfine göre ülkeyi yönetmeleri anlamına gelen darbelerin hoş görülmesi mümkün olabilir mi? Hemen belirtelim ki darbeleri bırakın hoş görmeyi bu ülkede bazı bürokratlar, hatta bazı siyasiler darbelere destek vermişlerdir. Bugün bile darbeden medet umanlar bulunmaktadır.
Sanıyorum bu noktada karşılaştığımız en önemli çıkmaz ve çelişki devlet anlayışında ortaya çıkıyor. Bir memlekette görünen ve görünmeyen( derin) devlet ayrımı oluşmuş ve bu ayrım özellikle bazı üst düzey bürokratlar tarafından olağan kabul edilmiş, hatta millet iradesi ile oluşan siyasi iktidarı söz konusu derin devlet yoluyla hizaya getirmek gibi bir görev kabul edildiğinden hala derin bir çelişki yaşıyoruz. Bu çelişkiden insanımızı ve ülkemizi kurtarmadığımız sürece toplumda pek çok konuda bir mutabakat oluşturmak mümkün olmayacaktır. Çünkü, birileri yaptıkları hukuka aykırı pek çok eylemi devlet adına yaptıklarını söyleyerek kendilerini aklayabilmektedirler. Bir bakıma siyasi ve ideolojik yaklaşılarına göre insanların sırtlarını dayadıkları ya da kendilerini uymakla görevli bildikleri devlet farklılık arz ediyor.
Demokratik bir hukuk devletinde böyle bir anlayışa yer olmaması gerekir. Ama bizim çelişkimiz burada da ortaya çıkıyor. Hem demokratik bir hukuk devletini savunuyoruz, hem de farklı farklı devletlerin varlığını kabul ediyoruz. Daha doğrusu demokratik hukuk devleti siperinin arkasına kendilerini gizleyenler ikili devlet anlayışını savunabiliyorlar.
Bu noktada eski milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun HSYK üyesi Ali Suat Ertosun'un basın toplantısının ardından kendisine yöneltilen bir soruya verdiği cevap dikkat çekicidir. Bu cevabın içeriği ülke olarak yaşadığımız tüm çelişkilerin ve sıkıntıların kaynağını gösteriyor. Mehmet Bekaroğlu Hayata Dönüş Operasyonu'nun yapıldığı dönemde millmetvekilidir ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyesidir. Hayata Dönüş Projesi öncesinde mahkumlarla devlet arasında bir nevi arabuluculuk yaparlar. Bekaroğlu o günleri özetle şöyle anlatıyor:
"Hükümlüler bir zarar görmeden açlık grevlerini, F tipi cezaevlerine nakillerinin sağlıklı bir şekilde bitmesi için Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ile tutuklu-hükümlü temsilcileri arasında arabuluculuk yapıyorduk. Devlet olarak sayın bakanı biliyorduk. Bakan tıkandığı zaman Başbakan ve yardımcılarıyla görüşüyorduk. Ama Sayın Ertosun devlet deyince başka şeyleri anlıyordu. Bir görüşmede Başbakan ve Bakanın olayın barışçı yolla çözüleceğine dair görüşlerini aktardığımızda, 'develet bu konuda kararlı' dedi. Ben de 'hangi devlet kararlı' demiştim"
Sanıyorum kişiden kişiye farklılık arzeden bu devlet anlayışının yok edilmesi ve devletin teke indirilmesi bu ülkenin acil çözüm bekleyen meselelerinin başında geliyor. Bunun yolu da mevcut darbe anayasasından yeni sivil bir anayasa yaparak kurtulmaktan geçiyor
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.