Diyanet… camiler… müftüler…
Bir önceki yazımda üst kimliğin ümmet ve İslam olması gerektiğini ifade etmiştim. Akl-ı selim sahibi her insan, milletlerin birlik beraberliğinde dinin rolünün ne denli önemli olduğunu bilir. İslam ümmetini 1400 yıl boyunca –atlattığı onca badirelere rağmen- ayakta tutan ve hem kendisinin hem de dünyadaki mazlum milletlerin haklarına bekçilik yaptıran güç İslam gücüdür.
Bolşevizm vb. dalgaların estiği kısa bir zaman hariç, tarih boyu bu böyle biline gelmiştir. Kuşa çevrilmiş olmasına rağmen hala hristiyan dünyayı ayakta tutan güç papalıktır. Tarih boyu İslam ümmetiyle kavgalı olan batı, asıl galibiyetini! Hilafet makamını kaldırtmakla kazandı. Bunca bölünmüşlük, tefrika, fakirlik, varlık içinde yokluk yaşamanın sebebi islamın birleştirici gücünden mahrumiyettir. Ulus devlet olmayı tercih etmiş! olan bizim ülkemizde de şu an bu gücün yeterince farkında değiliz gibi.
Çok değişik cemaat, tarikat ve STK lar olsa da hala bu güçte lokomotif olma şansı diyanetindir. Bu lokomotifin makinistleri de müftülerdir. Toplumun; islama, islamın kardeşlik, birlik, beraberlik, yardımlaşma ve dayanışmasına davetinde müftülere çok büyük görev düşmektedir.
Dolayısıyla böylesi önemli bir konuda diyanetin atamalar vs. konularda bu tarihi sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gerekir.
Özerk diyanet evkaf sendikası genel sekteri Abdurrahim Çelik hocanın, basına verdiği bir ropörtajından konuyla ilgili açıklamaları dikkatimi çekti. İlgililerin dikkatini çekmesi ümidiyle o kısmı aynen iktibas ettim. İşte o satırlar;
“Müftü Atamaları ve Müftülük Kriterleri
İfta makamı Müslüman toplumlarda en önemli çözüm mekanizması olagelmiştir. Müslümanların yaşamını düzenleyen sosyal kuralların vahye refere edilerek her dönemde gözden geçirilmesi bu makamda oturan Müftülerin gayretlerine ve ilmi, ahlaki, kültürel yeterliklerine (ehliyet) bağlıdır. Sosyoloji’nin kurucusu ve dünyanın ilk sosyologu İbn Haldun’un önemle vurguladığı ve özerk olması gerektiğini belirttiği üç alandan (Din-Eğitim-Sağlık) biri ve en önemlisi Din Hizmetleri’nin Tevhid’e dayalı bütünleştirici, kurtarıcı, aydınlatıcı etkisi müftülük kriterlerinin de yeniden ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.
Ehliyet ve liyakat ölçülerinin yanında insan hakları ve özgür düşünceye saygı temelinde bir müftü profilinin geliştirilmesi din hizmetlerinin kalitesini artıracak, din görevlilerinin kendilerini gerçekleştirebilmelerine fırsat yaratacaktır.
Camiye gelen insanların mezhep, meşrep, ırk, cinsiyet, eğitim düzeyi, sosyal ve ekonomik statüleri nasıl dikkate alınmıyorsa aynı şekilde müftülerin de din görevlilerine yaklaşımda objektif olmaları onların mezhep, meşrep, sendika ve sair hususiyetlerine bakmadan muamelede bulunmaları gerekiyor.
Müftüleri tenzih etmekle birlikte kimi il ve ilçelerde Diyanet İşleri Başkanı’nın tavsiye ve önerilerine rağmen ayrımcı, sendikacı, siyasetçi müftülere rastlamak bizleri üzmektedir. Kimi müftülerin ya bizzat kendileri veya maiyetindeki şef ve idari görevliler kanalıyla “şu sendikaya üye olun, şunlara üye olmayın” tarzında yönlendirme yaparak kanunlara karşı açıkça suç işlediği bilinmektedir. Vukuu halinde onlar hakkında idari soruşturma başlatılmış, gerekli işlemler yapılmıştır, fakat bu durum üzücü olduğu kadar düşündürücüdür de.
Oysa atanacak müftülerimiz görevlilere iyi yaklaşmalı, objektif, ilkeli, basiretli bir idari anlayışı hakim kılmalıdırlar. Müftülüklerde sendika ve menfaat odaklaşmalarına müsaade etmemeli, hakkın hatırını her hatırın üstünde tutarak, yasaları ve ilkeleri kimi siyasilerin hatırına kurban etmemelidirler…”
Yıllar önce, devrimci olduğunu söyleyen ve komonizmi/ateizmi savunan bir gençle uzun uzadıya bir tartışmam olmuştu. O gencin, “siz dinciler pasifsiniz… Türkiyede 90 000 camide 100 000 i aşkın din görevlisi bizim elimizde olsaydı, bir yılda bu ülkeyi istediğimiz şekle dönüştürürdük…” şeklindeki sözleri çok dikkatimi çekmişti. Düşündüm… hani genç haksız da değildi…