Küresel Bitlis vizyonu
Bitlis gündeme gelmişken, bu bahsin yine Bediüzzaman eksenli ilginç bir boyutunu daha hatırlamazsak konu eksik kalır.
O boyuta ışık tutan anekdotlardan biri, Bediüzzaman’ın sıkıyönetim mahkemesinde idam tehdidiyle yargılanıp beraat ettiği 31 Mart olayı sonrasında İstanbul’dan ayrılıp Karadeniz üzerinden şarka dönerken uğradığı Tiflis’teki Şeyh San’an tepesinde bir Rus polisiyle yaptığı tartışma.
Tepeden şehre bakarken yanına gelip “Niye böyle dikkat ediyorsun?” diye soran polise “Medresemin planını yapıyorum” cevabı veren Said Nursî ile polis arasındaki muhavere şöyle gelişir.
Polis: “Nerelisin?”
Said Nursî: “Bitlisliyim.”
Polis: “Bu Tiflis’tir.”
Said Nursî: “Bitlis, Tiflis birbirinin kardeşidir.”
Soru-cevaplar devam ediyor, ama biz bundan sonrası için okurları Tarihçe-i Hayat s. 125’e yönlendirip burada keselim ve konumuzu doğrudan ilgilendiren son cümlede yoğunlaşalım.
Bu sözüyle Bediüzzaman, farklı ülkeler bir yana; yakın şehirler, hattâ komşu kasaba ve köyler arasında bile gidiş gelişlerin çok güç olduğu; zorunlu tehcirler ve cephelere asker sevkiyatıyla yapılan gidişler dışında sınırötesi seyahatlerin çok nadir cereyan ettiği; çoğu insanın, koca bir ömrü doğduğu yerde tamamladığı bir dönem ve ortamda, Bitlis-Tiflis kardeşliğinden bahsediyor...
Böylece, ülkeler arası gidiş gelişlerin sıklaştığı; farklı ülkelerin şehirleri arasında kardeşlik ilişkilerinin kurulduğu günümüzden bir asır önce bu modeli telâffuz ederek, bu hususta da farkını gösteren müthiş bir öngörüde daha bulunuyor.
Bu eşleştirmeyi, o zamanlar Çarlık Rusya’sının hakimiyeti altında bulunan ve nüfusunun çoğunluğu Hıristiyan olan bir şehirle Müslüman Bitlis arasında yapması da, aynı kapsayıcı vizyonun son derece dikkat çekici bir başka tezahürü.
Bediüzzaman’ın polise söylediği ilk cümle ise, Tiflis’i de, hayatı boyunca takipçisi olduğu üniversite ve eğitim projesi ekseninde temâşâ ettiğinin ifadesi. Böylece, Medresetüzzehra adını verdiği projenin merkezi için Bitlis’i düşünürken, bu şehrin kardeşi olarak nitelediği Tiflis’te de şubelerini açma niyetinde olduğu anlaşılıyor.
Uluslararası bir bölge üniversitesi
Demek ki, Said Nursî bu önemli projeyi daha o günlerde dahi uluslararası boyutta tasarlamış.
Aradan yaklaşık yarım yüzyıl geçtikten sonra, 1950’li yıllarda “Reisicumhura ve Başvekile” hitaben yazdığı mektupta bu konuyu şöyle açıyor:
“Vilâyat-ı şarkiyenin (doğu vilâyetlerinin) merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem İran, hem Kafkas, hem Türkistan’ın ortasında, Medresetüzzehra mânâsında, Camiül-Ezher üslûbunda bir darülfünun, hem mektep, hem medrese olarak bir üniversite için, tam elli beş senedir Risale-i Nur’un hakaikına (hakikatlerine) çalıştığım gibi ona da çalışmışım.” (Emirdağ, s. 843)
Aynı mektubunda, bu üniversite ile varılmasını öngördüğü hedefleri de şöyle sıralıyor Üstad:
* “İslâm kavimlerini, meselâ Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan’daki milletleri menfî ırkçılık ifsad etmesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile “Mü’minler ancak kardeştir” (mealindeki) Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsinin (temel bir kanununun) tam inkişafına mazhar olsun.”
* “Felsefe fünunu (fenleri) ile ulûm-u diniye (dinî ilimler) birbiriyle barışsın.”
* “Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikıyla (hakikatleriyle) tam musalâha etsin (barışsın).”
* “Anadolu’daki ehl-i mektep ve ehl-i medrese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin.”
Ve Said Nursî “orta şarkta sulh-u umumînin temel taşı ve birinci kalesi” olarak nitelediği bu üniversiteyi, harp gibi önüne geçilemeyen hadiseler ve mâlûm devlet politikaları sebebiyle maddeten tesis edemedi, ama dünyanın her yeri gibi Bitlis’te de, Tiflis’te de şubeleri olan cihanşümûl Risale-i Nur üniversitesiyle manen inşa etti.