Kardeşlik ve huzur
Başbakan bir taraftan, İçişleri Bakanının ilk açıklamalarında “demokratik açılım” şeklinde ifade edilen ve son bilgilere göre “Kardeşlik ve huzur projesi” adı konulduğu anlaşılan “açılım”da herhangi bir “paket”in söz konusu olmadığını söylerken, diğer taraftan “rapor ve sonuç bildirisi” kelimelerini kullanıyor.
Hükümete çok ağır ithamlar yönelterek kapılarını peşinen kapatan iki muhalefet partisine de “Söyleyecek neyiniz var? Bize bunu söyleyin. Biz bunları da bu çalışmanın içine, sonuç bildirgesine, raporumuza koyalım” diye çağrı yapıyor.
Demek ki, bu çalışmalarda bir “paket” söz konusu olmayacak, ama “rapor” veya “sonuç bildirisi” hazırlanacak. Ve anlaşılan o ki, evvelce daha ziyade üniversiteler ve STK’lar tarafından farklı konularda değişik isimler altında organize edilen “beyin fırtınası, fikir jimnastiği” türü bir etkinliğin, şimdi bu konuda, hükümetin “moderatörlüğü” ile, olabildiğince geniş kesimleri içine alacak bir kapsamda gerçekleştirilmesi öngörülüyor.
Bu çalışma, çözüme destek verecek güçlü bir kamuoyu oluşturma açısından faydalı olabilir.
Ama samimiyetle, hiç kimseyi dışlamadan yürütülmesi ve Bakan Atalay’ın dediği gibi “bu konuda söyleyecek sözü olan herkes”e dikkat ve içtenlikle kulak verilip, görüş, tesbit, eleştiri ve tekliflerinin aynen kayıtlara geçirilmesi şartıyla.
Bu konuda herkes çok “dolu” ve öncelikle eteklerdeki taşların dökülmesine büyük ihtiyaç var. Herkes konuşsun, içini döksün, rahatlasın.
Sonra, söylenenlerin dökümü çıkarılıp, gereksiz detaylar ayıklansın; öze ve esasa taallûk eden ortak tesbitler tasnif edilip derli toplu şekilde bir araya getirilsin; aynı şey çözüm teklifleri için de yapılsın ve neticede her kesimin ortak kanaatlerini ortaya koyan bir mutabakat metni oluşsun.
Bir sonraki aşamada da, bu metindeki ortak teklifler için, herhangi bir gecikmeye de meydan vermeyecek gerçekçi bir zamanlama stratejisine dayalı bir uygulama takvimi yürürlüğe konulsun.
Keşke sivil bir inisiyatif olsaydı...
Erdoğan’ın açılımdan söz ederken kullandığı “süreç” kelimesiyle böyle bir silsilenin kast edildiğini, böyle bir niyetle yola çıkıldığını sanıyoruz.
Takip edilen yöntem ve stratejinin, ilk bakışta doğru, isabetli ve gerçekçi olduğu ifade edilebilir.
Ancak sürecin, siyasî gücü ve arkasındaki halk desteği inişe geçmiş bir hükümetçe başlatılmış olması ciddî bir handikap. Nitekim daha ilk adımlarda Meclis içi muhalefetin blokaj girişimine hedef oldu. Konuyu görüşmeye dahi yanaşmayan CHP ve MHP, bilinen tavırlarıyla işi kendilerine bakan yönüyle tıkarken, Erdoğan’ın lider düzeyinde görüştüğü DTP de sürecin hassasiyetiyle hiçbir şekilde bağdaştırılamayacak provokatif taleplerle çözüm atmosferini zehirliyor.
Bu tablo belki AKP’ye, azalmaya yüz tutan oy desteğini kısmen de olsa geri getirebilir, ama bu durum, ekonomideki olumsuzluklar başta olmak üzere seçmen tercihlerini belirleyen diğer etkenlerin yol açabileceği kayıpları telâfi edebilir mi?
Aslında böyle bir çözüm inisiyatifi, Türkiye’nin mâlûm şartlarında bu çeşit bir tıkanmayı netice vermesi kaçınılmaz olan siyaset alanı dışında, tamamen sivil toplum eksenli bir hareket olarak gündeme gelmiş olsaydı, başarılı olma ve istenen sonuca ulaşma ihtimali çok daha yüksek olurdu.
Söz gelişi, acılı şehit ailelerinden başlayarak genişleyen halkalar halinde topluma mal olacak ve medya desteğini de arkasına alarak hem siyaseti, hem devleti etkileyebilecek bir sivil inisiyatif, “Artık bu kan ve gözyaşı dursun, barış ve kardeşliğe dayalı samimî bir kucaklaşma ile bu fitneyi söndürelim” diye ortaya çıksa netice alır.
Ama ne yazık ki, burada da örgütlü toplum olamayışımızın sıkıntısını yaşıyoruz. Şehit aileleri adına kurulan derneklerin bir kısmı akreditasyon güdümünde, bir kısmı ise siyasî angajmanlar içinde. Diğer cenahta da çoğunlukla acıların istismarına dayalı ve yönlendirmeli oluşumlar var.
Çözümden yana çoğunluğun ise sesi çıkmıyor...