Asker ne yapıyor?
MGK Genel Sekreterliğinin sivilleştirilmesi ve İzmir’deki NATO karargâhının lâğvı ile açıkta kalan iki orgenerallik rütbesini, son YAŞ toplantısında, karargâhta iki yeni alan açarak doldurmak suretiyle orgeneral sayısını yine 15’e tamamlayan Genelkurmay, böylece üst düzey kadrosunu tahkim etmiş oldu.
Albay Çiçek imzalı belgenin kızıştırdığı askerî-sivil yargı tartışmasından sonraki gelişmeler de, sivil yargıda bir geri çekilme tablosu çiziyor.
(Çiçek’in, MGK’daki Psikolojik Harekât Dairesi lağvedildikten sonra aynı işlevi görmek üzere Genelkurmay bünyesine alınan Bilgi Destek Daire Başkanlığında görevli olduğu ve belge gündeme geldikten sonraki her aşamada Genelkurmay’ın Çiçek’e sahip çıktığı unutulmamalı.)
Bilindiği gibi Çiçek’le ilgili ilk soruşturmayı yapan Askerî Savcılık “kovuşturmaya yer olmadığı”na karar vermişti. Ergenekon savcıları devreye girince Çiçek önce tutuklandı, ama 18 saat sonra serbest bırakıldı. İstanbul Savcılığının en son kararı ise, “suç yeri”nin Ankara olduğu gerekçesiyle dosyayı Ankara Savcılığına göndermek oldu.
Bu arada, Çiçek’in, kendisini tutuklatan Ergenekon savcıları için HSYK’ya, hakkındaki yayınlar için de RTÜK’e yaptığı şikâyetler işlemde...
Öte yandan, Meclisten ve Çankaya onayından çıkıp yürürlüğe giren “askere sivil yargı” kanununa ve ayrıca Askerî Yargıtay’ın da bu paraleldeki bir kararına rağmen, Genelkurmay Askerî Mahkemesi, tutuklu olarak yargıladıkları bir sivilin sivil mahkemeye sevk edilme talebini reddetti.
Ve bu durum, 367 formülünün mûcidi Sabih Kanadoğlu’na ait “Askerî mahkeme, ‘askere sivil yargı’ kanununu re’sen uygulamayabilir” içtihadının tatbikattaki ilk örneği olarak yorumlandı.
Yine İstanbul Savcılığı, Çevik Bir hakkındaki suç duyurusuyla ilgili olarak görevsizlik kararı verdi ve dosyayı Askerî Savcılığa intikal ettirdi.
Keza, Güven Erkaya’ya hakkını helâl etmediği için, Abdurrahman Dilipak’ın evi haczedildi.
Bunları alt alta koyunca, sistemdeki asker vesayetinin artarak sürdüğü sonucu çıkmıyor mu?
Madalyonun diğer yüzüne bakınca...
Ancak, yine askerî cenahta madalyonun diğer yüzüne bakınca farklı gelişmeler de görüyoruz.
Meselâ, Fatih Çekirge’nin aktardığına göre, Van’ın Bahçesaray ilçesindeki bir tepeye yazılan “Ne mutlu Türküm diyene” yazısı “Önce vatan” şeklinde değiştirilmiş ve halk bunu “mâkul devletin işi” olarak yorumlamış. (Hürriyet, 17.8.09)
Bilindiği gibi, Kürt nüfusun ağırlıklı olduğu o bölgelerde dağa taşa kazınan “Ne mutlu Türküm diyene” yazıları öteden beri etnik hassasiyetleri inciten ağır bir tahrik olarak görülüp ya kaldırılmaları ya da değiştirilmeleri isteniyordu.
Temennîmiz, Bahçesaray’da yapılan değişikliğin lokal ve geçici bir durum olmayıp yaygınlaştırılması ve o yazıların tamamen değiştirilmesi.
Dikkat çeken bir diğer olay, geçenlerde hayatını kaybeden iki DTP’linin ailelerine, o mahaldeki komutanlarca taziye ziyaretinde bulunulması.
Bir başkası da, başörtüsüyle ilgili olarak verilen ve eski uygulamadan çok farklı görüntüler.
Harp Akademileri Komutanlığındaki mezuniyet töreninde davetliler arasında göze çarpan başörtülüler için “İslâm ülkelerinden gelen ve akademide eğitim gören subayların yakınları” denilmişti. Ama benzer görüntüler, 1. Ordu Komutanlığındaki devir-teslim töreninde de tekrarlanınca, zihinlerde, “Acaba anneleri, evlâtlarının yemin merasimini dahi telörgülerin arkasında, dışarıdan izlemek mecburiyetinde bırakan katı uygulamadan vaz mı geçiliyor?” suali belirdi.
İnşaallah öyledir ve temennî ederiz ki, asker, halk nezdindeki imajına çok büyük zarar veren bu gibi yanlışları düzelterek milletle kucaklaşsın.
Ama bunlar inandırıcı bir samimiyetle yapılsın; azalan halk desteğini tekrar takviye edip, sistemdeki konumunu da pekiştirerek, demokrasiye müdahale girişimlerini daha da yoğunlaştırma amaçlı taktik manevralar olarak algılanmasın.