Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Hiçbir kavme değil; ama, kavmiyetçiliğin her türlüsüne karşı çıkmalıyız!

Hiçbir kavme değil; ama, kavmiyetçiliğin her türlüsüne karşı çıkmalıyız!

Pazarları, okuyucu yazışmalarından derlemelere ayrılan bir diğer ‘Hasbihal’e daha, selâmla..

-M. Acar Adana’dan yazıyor: ‘6 Aralık tarihli ve ‘Müslümanlar, bu ‘akıl tutulması’nı atlatmaya mecbur değil, mahkûmdur!’ başlıklı yazına ben de bir-iki katkıda bulunayım:

‘Asıl plan Leylâ Zana ve arkadaşlarının hapisten çıkmasıyla tezgahlanmaya başlamıştı.. Bu plana göre, Zana ve arkadaşları yeni bir parti kuracak, Öcalan’ı İmralı’da yönlendirenlerin siyaset planı doğrultusunda kürd halkını bu partiye angaje edeceklerdi.. Ancak bu plan uygulanamadı.. ‘Dağdaki PKK’ ile ‘DTP kanalıyla siyasetin içinde tutulmaya çalışılan PKK’ arasında çatışmalar şiddetlendi. Bundan en büyük darbeyi de, her zaman olduğu gibi, yine biz müslüman kürd halkı yedik.. Bunda, AK Parti’nin bölge için net bir siyaset tutturamaması da etkili oldu elbette.. Ancaaak, mevcud şartlarda, Müslüman kürd halkı Tayyib Erdoğan’ı da yine tercih ve himayeye en fazla lâyık siyasetçi olarak görüyor.. AK Parti, şimdi Diyarbakır ve Batman belediyelerini de ele geçirmek istiyor ve bunda başarılı da olabilir.. Ancak, mes’ele, birkaç belediyenin ele geçirilmesiyle halledilemeyecek kadar karmaşık, derin ve acıdır.. Ahmet Türk’ün‚ ‘Bölge insanının, savaş çığırtkanlarına karşı AK Parti’yi sığınılacak bir liman olarak gördüğünü, kendilerinin (DTP’nin) çözüm gücü olmadığını çok iyi bildiğini’ söylediğini aktardınız.. Ama, aynı Ahmet Türk’ün, AK Parti’nin ‘Kürt sorunuyla ilgili elle tutulur ciddi bir politikasının olmadığını’ da söylemesi dikkatlerden kaçmamalı. Kürd halkının içinde bulunduğu ve bulunmaya mahkum edildiği sorun birkaç günde oluşmuş olmayıp, oldukça ciddîdir.. Tayyîb Erdoğan bu duruma çözüm bulamazsa, problem, yine kan, gözyaşı ve zulüm üretenlerin elinde kalır ve bu vebalin altından da kimse kalkamaz.’

*Evet, çözümsüzlüğün sorumluluğu, hangi kavimden olursak olalım, hepimize aid olacaktır.

Sâdık Eyice (aynı yazıyla ilgili olarak)yazıyor: ‘Yazınızda, ‘bu problemi türk veya kürd olarak değil, Müslümanlar olarak çözmeliyiz..’ diyorsunuz.. Bu, o kavimlerin reddi mânasına da anlaşılamaz mı?’

*Bir müslüman, hiçbir kavmi reddedemez, reddedememelidir. Çünkü, kavimler sünnetullah’ın bir gereğidir.. Bizim karşı çıkmamız gereken, kavimler değil; -kimilerinin nasyonalizm, milliyetçilik veya şovenizm de dediği- kavmiyetçilik’lerdir; kavimlere, üstünlük veya aşağılık nisbet olunmasıdır. Biz buna karşı çıkmalıyız ve her bir halkın tabiî ve vazgeçilemez hakklarının da sunnetullaha uygun olarak tanınmasından yana olmalıyız.. Yoksa, konuya müslümanın adâlet ve uhuvvet/kardeşlik anlayış ve ölçüsüyle bakmayıp, şu veya bu kavim adına bakacak olursak; herkes kendi tarafına yontacak ve adâlet de, uhuvvet de aradan gidecek, bir menfaat bölüşümü veya kapışması ortaya çıkacaktır..

‘Bir tek biz ile mi?’ demeyelim.. Biz üzerimize düşeni, mükellef ve de kalben mutmain olduğumuz çözüm yolunu söyleyelim, sonunu takdir edecek olan Allah’u Tealâ’dır..

-Salih Öcal yazıyor: ‘Yazılarınızı genelde beğensem de, birkaç itirazım var.. Geçen hafta, bir yazınızda şehidliğe değinirken, ‘bir mücadelede her bir tarafın, kendi kaybettiği insana şehid demesinin doğru olamayacağını’ imâ ediyordunuz.. Tabiî, şehidlik Allah’u Tealâ’nın takdir edeceği bir konudur, bize söz düşmez.. Ama, bence inançlı bir kişi hiçbir ayırım yapmadan milleti adına Allah için savaşıyor ve o yolda canını veriyorsa, inşaallah ‘şehid’dir.. Bu konuya daha mülayim yaklaşmak gerekmez mi?

Ben hiçbir devirde ırkçı, kafatasçı olmadım, ama, bence türk halkı da her devirde mağdur edilmiştir. Hem, Doğu’da yaşamayanların hiçbir ekonomik problemi yok mu?’

*Türk ve kürd veya başka bir kavimden olduğu için değil, müslüman olduğumuz için; şeytanî güçlerin entrika ve düşmanlıklarına mâruz kaldığımızı unutmamalıyız..
Doğru... Doğu’daki yoksulluğun daniskası, sözgelimi, Kastamonu’da da vardır.. Ama, şehidlik konusuna gelince..
Kelime mânası itibariyle, ‘şehîd’, en üstün ve mükemmel şâhid’ demektir..
İslâm ıstılahatında, terminolojisinde ise şehidlik, müslüman bir insanın, ancak Allah’ın dinini yüceltmek için mücadele ederken, dünya hayatını vermesi ve ebedî olan hayatı seçmesi durumunda sözkonusudur. Ve öyle bir müslüman, ticaretini, Allah’la yapmıştır..

Ancaaak… Mes’ele sadece üniforma açısından asker olmayı değil; Allah’ın dininin askeri (Cündullah) olunmayı da gerektirir.. Cündullah da, dünya hayatını verecek şekilde bir mücadelede, kendisine emir verenlerin de kimler olduğunun şuûrunda olmak zorundadır.. Kendisine mücadele emri veren kimdir; hangi inancın, hangi ideolojinin, hangi rejimin yetkilisidir? İslâmî mânada asker, bunları da bilmek zorundadır.. Yani, üniforma mânasında değil, bütünüyle hangi davanın yaşaması için ölmeyi, öldürmeyi ve öldürülmeyi göze aldığının şuûrunda olmak gerekliliği.. Onun dışında, Allah’ın dininde helal olarak gösterilmemiş insan kanı dökülmesi, insan öldürülmesi, başka yaşayış biçimlerinde yüceltilse bile, müslüman başka ölçülere sahibdir.. Hele iki tarafı da müslüman olan insanların birbiriyle, hele de İslâm adına diye savaşması, mantıkî bir açmaz’ı işaret eder ve de haramdır.

Bir örnek vermek gerekirse; 1980-88 arası, 8 yıl süren İran-Irak Savaşı’nda her iki tarafın da yüzbinlerce insan kaybı oldu.. Bir taraf, İslâm adına savaştığını söylüyordu; Saddam ise, ‘laik, arabçı ve sosyalist’ bir Baas ideolojisi ve rejimi adına.. Ama, her iki tarafın o onbinlerce-yüzbinlerce cenazeleri de Bağdad veya Tahran’da ‘Allah’u Ekber!’ diye ve ‘şehîd’ nitelemeleriyle kaldırılıyordu.. Sahi, her iki taraf da mı şehid idi?

Bu konularda müslümanlar inançlarına göre bir yaklaşıma daha bir riayet etmek zorundadırlar.. Ben bunu düşünmemiz gerektiğini söylüyorum..

-Tarık Yılmaer yazıyor: ‘Ülkede bir mahalle baskısından söz eden laikçi saldırganlar, Tevhide Kütük’ü, bir körpe kızcağızı kürsüden en kaba ve zorbaca tavırlarla indirttiler.. Onlarla aynı inancı mı paylaşıyoruz? Halkımızın inancıyla, haysiyetiyle, şeref ve namus anlayışıyla zıd değerler taşıyanlarla mı aynı vatan ve aynı inanç birliğinden söz edeceğiz?
Vatan, insanın inancına göre hürr olarak yaşadığı topraktır.. Millet de, aynı inancı paylaşan insanlar topluluğu.. ‘Millet-i İbrahim. Millet-i İslâm’ gibi..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi