Günübirlik faydalara değil, aslî ölçülere göre..
Geçen gün, gençlerle yapılan bir tartışma proğramını izlerken, hele ‘resmî ideoloji’ye göre yontulmuş doldurma beyinlere sahib gençlerin, müslüman coğrafyalar sözkonusu olunca, nasıl da câhilin câhili olduklarını ve onun da ötesinde, o dünyaya bir megaloman edâsıyla, tekebbürle, tepeden ve iğreti baktıklarını daha bir net olarak gördüm.. Bu gençler, mesela, Malezya’daki uygulamalar örnek gösterilince, hemen celâlleniyor ve ‘Türkiye ile Malezya’nın karşılaştırılmasının bile kabul edilemeyeceğini’ belirtiyorlar ve Türkiye’nin, halkı müslüman ülkeler arasında, ‘tek demokratik ülke olduğunu’ söylüyorlardı.
Sanki, son 50 sene içinde, 4 tanesi başarıya ulaşmış, diğerleri teşebbüs halinde yarım kalmış nice askerî darbe tezgahlamaları başka bir ülkede olmuş gibi.. Ve, 1950’ye kadar özü uygulanmamış, 50-60 arasındaki uygulaması da askerî darbe ile ortadan kaldırılan 1924 anayasası ‘Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’ hariç, diğer bütün anayasalar askerî darbeleri yapanlarca hazırlanıp, millete süngüucu dayatmasıyla, zorla kabul ettirilmemiş gibi.. Bizim kemalist/laik gençlere soracak olursanız, öteki ülkelerde yapılan seçimler, ‘demokratik’ de değilmiş.. Halkların iradesinin ortaya konulabilmesi için, seçimlerin illâ ‘kemalist/laik’ dayatmalarla, idâmlar ve tehdidlerle yapılması gerekliymiş gibi..
İnsanın bu gibi genç nesilleri görünce, yüreği yanıyor, ülkenin geleceği adına.. çünkü bu gibiler yarınlarda, ‘resmî ideoloji ikonu’nun ismine ve resmine sığınınca, ülkenin kaderiyle etkili yerlere ulaşacaklar.
Ama, bunların hocaları sanki onlardan daha mı ilerideler? Hocasını gör, öğrencisini tanı..
Laik rejimin korunması için ‘silahlı kuvvetler’e, o silahların kendilerine niçin verildiğini hatırlatan ve ‘Silahın caydırıcılığının unutturulmaması’ çağrısı yapan -30 yıl öncelerin ‘özgürlükçü Prof.’u sayılan- M. Soysal, evvelki gün de, ‘İyi ki, yunanlılar İzmir’e çıkmışlar. O olmasaydı zafer kazanılmaz, ve o devrimler de olmazdı..’ demiş.. Laisizmin ortaya çıkmasına vesile oldukları için yunanlılara bir de, ‘üstün hizmet madalyası’ verilmesini teklif etseydi, tablo tamam olurdu..
Ama, bu sözlerdeki bir gerçek de görülmeli ve tamamiyle yanlış sayılmamalı.. çünkü, o ‘müthiş’ devrimlerin yapılabilmesi için, büyük zaferler kazanmışlık duygusuyla, kitlelerin kendisine minnetdâr bırakıldığı ‘karizmatik liderlik’lerin ortaya çıkması gerekliydi.
‘Yunan İstilası’na karşı kazanılan zaferin neticeleri, tarihimizde önemli sonuçlar doğurmuştur; yani, Soysal’ın tesbiti tamamiyle reddedilemez..
Bu arada, Soysal, laik rejimin korunması için, şimdiki iktidara karşı verilecek mücadeleyi ‘cihad’ olarak ifade edince, bunun şaşkınlıkla karşılandığını hissetmiş ve ‘Böyle zamanlarda dinî terimlerin kullanılması da gerekir..’ demiş.. Evet evet, böyle zamanlarda sırtına binecekleri merkebler arıyorlar.. Tıpkı, hatırlattığı dönem sonrasındaki uygulamaların yapılması sırasında olduğu gibi.. Soysal’ın, cihad’dan bahsederken, (cehd kökünden gelen) ‘cihad’ın, ‘cihet’ten geldiğini ve ona göre yorumlar yaptığına dair medya haberleri doğruysa, bu, daha da komik.. Böyle olunca, onun çizgisinde yetişen gençlere ne denilebilir?
Baykal’ın, laikliği korumak için, ömründe yapmadığı derecede, son bir aydır, ‘fetvâ’cılığa soyunması ve ‘İslâm uzmanı’ kesilmişcesine, tozu dumana katmaya kalkışması da aynı komik mantığın ürünü değil mi? Halbuki, eski müttefiki DSP lideri Zeki Sezer, 18 Şubat günü, ‘22 Temmuz seçimlerinde bir birliktelik sağladık. Sonucun ne olduğu görüldü. Artık ‘solda birlik’ laflarını duymaktan sıkıldım. İnsanlara, ‘Atatürk’e sahip çıkmak’, ‘Laikliği korumak’ gibi kavramlar ile inmeye çalışmak sonuç vermiyor.’ şeklinde daha akıllıca laflar ediyordu..
Ama, daha da ilginci; başörtüsünün ‘İslâm’ın emri olmadığını’ savunmak için, laiklerin İslâm’dan deliller getirmeye kalkışmalarındaki komiklikten daha traji-komik bir şekilde; bazı müslüman çevrelerin de, İslâm’ın örtünme emrini, bir siyasî kişinin görüşlerine dayandırmak, örtünmeyi ona da teyid ettirmek ihtiyacını duymasıydı.
üstelik, M. Kemal’in söylem ve eylemleri, ‘1923 öncesi mi, sonrası mı?’ diye bir değerlendirmeye tâbi tutulmalı ve o tarihten sonra yöneldiği yeni dünyasına göre de ele alınmalıdır.. Kişi hakkındaki ölçü, son durumudur.. Ama, bunun da ötesinde, bizi teyid etsin veya etmesin, bir siyasetçinin sözleri, nasıl, bir inancın dayanağı imiş gibi ele alınabilir? Bu, bir inancın ve o inancın bağlılarının, birilerinin ‘vesayet’ine terkedilmesi mânasına gelmez mi?
Bu gibi sığınma çabaları kimseye bir şey kazandırmaz, Baykal’a da; ona karşı olan cenahta olduğu halde, Baykal’ın aslî ölçülerine sığınanlara da.. Herkes, günübirlik ve pragmatist faydalara göre değil, kendi aslî değerlerine göre ortaya çıkmalıdır.. Kitlelerin kafa karışıklığı da ancak bu şekilde giderilebilir..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.