12 Eylül seli ve tortusu...
Üzerinden 29 sene geçti...
Uzun müddet ne olup olmadığı dahi tartışılamadı. Çünkü tartışmaya kalkanların tepesine birileri “Yassah hemşerim!..” diye dikiliyordu. Zaten ‘Yassah’ olmayan pek az şey vardı. O devirde devletin radyo ve televizyon kanallarından başka, özel alanda yaprak kımıldamadığı için, adı sonradan ‘medya’ya çıkacak olan basın; yani matbuat, sadece gazete ve dergilerden müteşekkildi. Onların hangi haberleri yapıp yapmayacağını bildirmek, yani ‘yassah’ listesini duyurmak için, ilk günlerde yüksek rütbeli üniformalılar telefon ederdi. “Ben Albay filan... Bülent Ecevit’in CHP genel başkanlığından istifa ettiği haberine sıkıyönetim komutanlığınca yasak konmuştur. Bu haber yayınlanmayacaktır...” Nokta!
Bu türden monologların süresi uzadıkça, rütbelilerin kıdemi de düşmeye başladı. Son demlerde mesela şöyle telefonlar alıyorduk: “Ben astsubay başçavuş filan... Filanca haber sıkıyönetimce yasaklanmıştır...”
Evet, bu şartlar altında 12 Eylül hakkında fikir yürütmek mümkün olabilir miydi? Yürütmeye kalkan veya yasaklanmış haberleri kazara yayınlayan gazeteler süreli veya süresiz kapatılıyordu. Nitekim bugünlerde yayınlanan istatistiklerde, toplam olarak gazetelerin 300 gün yayın yapamadığı anlatılıyor. 13 tane gazeteye de bu dönemde 303 tane dava açılmış. Bu arada dört yüz gazeteci de yargılanmış ve haklarında toplam 3 bin 315 yıl hapis cezası kesilmiş... Açıkçası o devirde fikir denilen şeyin kendisi yasaktı. Bu yüzden mesela 23 bin 677 dernek de fikir ve faaliyetlerinden ötürü kapatılmıştı. Yasak olmayan veya önü açılan konu pornografik yayınlardı. 12 Eylül döneminde, gazetelerde anadan üryan resimlerin; sinemalarda da seks filmlerinin, müthiş bir patlama yaptığını ve daha sonraki yıllarda bu furyanın devam ettiğini unutmayalım. Düşünceye yasak getirenler, insanları başka şeylerle meşgul etme stratejisini bu şekilde uygulamaya koymuştu!
12 Eylül seli de, yatağına sığamayan Ayamama Deresi gibi, her şeyi dümdüz etti. 650 binden fazla kişi gözaltına alındı. Bunların üçte biri (230 bin kişi) yargılandı. 517 kişiye idam cezası verildi ve 49 kişinin cezası da infaz edildi. 1 milyon 683 bin kişi de fişlendi. Bu fişlenenlerden 30 bin kişi sakıncalı görüldükleri için işten çıkarıldı. Bir bu kadarı da yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Bunlardan 14 bini vatandaşlıktan çıkarıldı vs. Bir de can kayıpları vardı... En az 300 kişinin kuşkulu ölümü söz konusu idi. Bunlardan 171’inin işkenceden hayatını kaybettiği belirleniyordu... Ama 12 Eylül’ün en büyük tortusu Diyarbakır Cezaevinde cereyan eden insanlık dışı işkencelerdi. PKK terör örgütünün en fazla nemalandığı yer de ne yazık ki burası olmuştu...
Netice: Burada değinemediğimiz daha binlerce hadise vukua geldi. Ancak bir soru, ısrarla sorulmasına rağmen, cevabı bir türlü alınamadı. 11 EYLÜL GÜNÜNE KADAR DURDURULAMAYAN ANARŞİ VE TERÖR, NASIL OLDU DA 12 EYLÜL GÜNÜ BIÇAK GİBİ KESİLDİ?..
Hâlâ daha bu cevap alınabilmiş değil. Şimdilerde 92 yaşındaki Kenan Evren’e karşı, değişik protestolar yapılıyor. Şili Diktatörü Pinochet’ye karşı da ömrünün son demlerinde bu tür hareketler yapılmıştı. Sembolik olarak bu nümayişlerin bir anlamı vardır elbet. Lakin esas olan, ciddi şekilde darbelerin hesabını sorabilmektir... 12 Eylül’ün eseri olan Anayasa’daki geçici 15. madde zırhı orada durdukça, böyle bir hesabın sorulması imkânsızdır. Öncelikle bu tortunun kalkması lazım.