Birileri bu ahlaksızlığı durdursun (!)

Birileri bu ahlaksızlığı durdursun (!)

"Sadece yapabildiğimiz bu mu?" diye uzun uzun düşündüm. Haykırmak, etrafımızda olan biten her şey için haykırmak, birilerinden yardım beklemek, örgütlü yapıların tümüne rağmen bir türlü düzelmeyen bozukluklara bir çözüm üretememek ve sadece haykırmak: "Birileri bu ahlaksızlığı durdursun."

Peki hangi ahlaksızlığı? Hayatın hangi alanına bakarsanız bakın, hiç fark etmiyor, sosyal, siyasal, ekonomik…

Kısacası her yanımızı sarmış bulunuyor bu kelimenin kapsadığı kirlilik.

Türkiye’yi öyle saçma şeylerle meşgul görüyoruz ki, her gün tartışıyor, her gün bir birimizden daha çok uzaklaşıyor, her gün kutuplaşıyoruz. Bu sadece farklı düşünen kesimler arasında değil, aynı kaynaktan beslenen düşüncelerle yol alanlar arasında da artık zirve noktasında.

Sadece sözde Müslümanlar değil, Müslümanlığı yaşadığını düşünenler arasında da aynı oranda yaşanıyor.

Türkiye nasıl bir süreçten geçiyor anlamaya çalışmak bile ayrı bir enerji gerektiriyor. Bırakın başımızdaki belalardan, ahlaksızlıklardan, hukuksuzluklardan kurtulmayı, sorunların doğru teşhisini yapmayı bile başaramıyoruz. Neyi neden savunduğumuz konusunda en küçük bir fikrimiz bile yok.

Ve en kötüsü, körü körüne bir bağlılık ve körü körüne bir şartlanmışlık.

Olmayan meseleler üzerinde akıl almaz yöntemlere başvurarak fikir yürütüyoruz, insanları kolayca karalıyoruz, acıma duygusundan tamamen yoksun bırakıldığımızın farkında bile değiliz.

Gelişmiş batı toplumlarının inançsızlık ve aile kavramından yoksunluğun getirdiği yıkımla nasıl yol aldığını görmeden, inanılmaz bir hızla aynı uçuruma yuvarlanıyoruz. Bunun farkındayız ama daha hızlı düşmek için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz.

Dünyanın kaderini çizmeye ve kendi çıkarları için bütün toplumları uyuşturmaya endekslenmiş toplum mühendislerinin akılalmaz senaryoları bizde öyle kolay işliyor ki.

Her şeyi bir “Özgürlük” kavramının arkasına saklayıp, bütün ahlaki yapıları yıkmayı çağdaşlık, gelişmişlik ölçütü sayıyoruz. Dizi filmlerimizden, müzik kliplerimize kadar her yanımız bu sinsi oyunun hizmetkarı olmuş durumda.

Cinayetlerimiz bile, katili ve maktulü farklı konumlarda değerlendirip aklama savaşına dönüşüyor. Şartları, yani olayları bu noktaya getiren şartları düşünenimiz yok neredeyse. Her şey “nasıl oldu?” sorusuna endekslenmiş. Kimse, “Neden oldu, bu noktaya nasıl gelindi?” sorusunu sormak gibi bir erdemi göstermiyor. Birileri suçların arka bahçesini kurcalarken, insanlara “Neden oldu?” sorusunu düşünme şansı tanınmayacak kadar büyük bir çaba sarfediliyor.

Gazete sayfaları, televizyon ekranları sahte kahramanlarla dolduruluyor. Avukatlar savaştırılıyor canlı yayınlarda, acılı anne ve babaların duyguları üzerinden reyting kavgaları veriliyor…

  Her gün böyle uyutulup, her sabah böyle uyandırılıyoruz. Ve sonra içimizden birileri uyanmak istercesine haykırıyor: Birileri bu ahlaksızlığı durdursun!

Türkiye dünyaya açılıyor, uluslar arası arenada ismini duyurmaya, etkisini arttırmaya çalışıyor, dünyanın birileri tarafından çizilmeye çalışılan kaderi üzerinde söz sahibi olma mücadelesi veriyor. Ama Türkiye’yi böyle bir mücadele içinde zayıf düşüren o kadar çok şey yaşanıyor ki…

Kendi içinde bir bütünlük sergileyemeyen bir ülke profili kahrediyor. İktidarı, muhalefeti, sivil toplumu ayrı telden çalmaya devam ediyor.

Sanki iktidar ayrı bir ülkeye çalışıyor, muhalefet ayrı bir ülkeye ve diğer unsurlar kimsenin bilmediği, anlayamadığı ayrı ülkelere…

İnsanlar ise neye ne kadar inanacaklarını şaşırmış durumda. Her gün televizyon ekranlarında, gazete manşetlerinde, internet sayfalarında inanılmaz skandallar, şok eden görüntüler, bağlantılar, açıklamalar, ifşaatlar vesaire…

Kimse sakin olmayı denemiyor. “Nerede hata yaptık?” diye kendisine sormayı aklının ucundan geçirmiyor. İlkokuldan başlayarak gençliğin nasıl bir ahlaki yozlaşmanın içine düştüğünü hesaba katmıyor. Ahlaksızlığın evlerimizin içinde “dizi film, klip, reklam” adı altında cirit attığını görmüyor.

Cinayetlerin bile neredeyse reklamının yapıldığı bir süreçten geçiyoruz.

“Nasıl kesti, nasıl doğradı, bu bir ayin miydi, çantaya nasıl koydu, yanında kimler vardı, o noktaya nasıl gelindi, bu işin içinde hangi derin güçler var, amaçları neydi?”

Her gün yeni bir soru, yeni bir skandal ve her şeyi sadece izlemekle yetinen, ne verilirse aynen alan, duyarsız, duyarsız olduğu kadar bilgisiz, bir o kadar savunmasız toplum…

Resmen uyuyoruz; okuyoruz, izliyoruz ve uyuyoruz.

Serseri bir kurşuna benzeyen skandalların bir gün bizi bulabileceğini hesaba katmadan sadece eleştiriyor, birilerinden yardım bekliyoruz.

Bütün birlikteliği bırakmış kendi içimizde bile nasıl ayrışırız bunun hesabını yapıyoruz. Mezhep kavgaları bile yapıyoruz. Tıpkı, İstanbul işgal altındayken Bizans alimlerinin meleklerin cinsiyeti üzerinde ateşli tartışmalara girmesi gibi… Sünniler, Şiiler, vahabiler, selefiler, vesaireler…

Vah ülkem vah diyesi geliyor insanın. Her gün doğrular yazılıyor çiziliyor bu sayfalarda, her gün içimize kara yılan gibi giren kirli odakların sinsi planları deşifre ediliyor. Her gün yeni bir oyun deşifre ediliyor. Ama sonuç:

“Bir millet uyanıyor” diyebiliyor muyuz?

Artık görmek lazım, artık kirli oyunların bir parçası olmamak lazım. Bırakın bir parçası olmayı, seyircisi bile olmamak lazım.

Eğitim nerede başlıyorsa oradan başlamak lazım. Kaybedecek zaman yok…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi