Demokratik açılım.
Otuz yıldır terörle yatar, terörle kalkarız. Yıllardır aklı selim herkes te biliyor ki terör belası, içerden ve dışarıdan bir takım hainlerin ürettiği bir tuzaktır. Allah (cc) ı bir, kitabı bir, dini bir, kıblesi bir, vatanı bir olan ve tarih boyu kardeşçe birlik beraberlik içinde yaşamış bu halkların birbirleriyle ne sorunu olabilir?
Her bir terör tırmanışında bir takım karanlık odaklarca özellikle türk ve kürt halkının arasında kin ve nefret rüzgarının estirilmesi ve düşmanlığın alevlendirilmek istenmesi dikkat çekicidir. Belliki akan bu kardeş kanından nemalanan odaklar var. Bu odaklar için ırk, din, dil, vatan falan diye bir değer yok. Onlar sadece kendi çıkar ve menfaatlerini bilirler. Başkalarının gözyaşları, kanları ve emekleri üzerinden kendilerine servet üretirler.
Tabi buna mukabil aklı selim, bu oyunların farkında olan aydın , idareci ve kanaat önderlerinden niceleri olayların değişik boyutlarına dikkat çekmekte ve uyarılar yapmaktadırlar. Ancak işin, İslam kardeşliği boyutu yeterince gündeme gelmemekte, geldiği zamanda aynı o meş’um çevrelerce kasıtlı olarak sabote edilmektedir. Halbu ki halklar arasındaki her tür güvensizlik ve huzursuzluğun yegane çaresi tarih boyu olduğu gibi halklar arasında İslam kardeşliğini canlandırmaktır. Diğer pansuman tedbirlerinin hiç biri kalıcı olamaz.
Hele bu hassas olayı silah ve şiddetle çözmeye çalışmak veya şiddetin dozunu artırmak ateşe benzin dökmekle eşdeğerdedir. İşte 30 yıl sonra gelinen nokta... yıllardır hep şiddet, silah, tehcir, yakma yıkma yöntemleri denenmiyormu?.. peki sonuç?...
Sünnetullah gereği nesneler bir takım vesilelerle birbirine bağlanır; Tahtalar çiviyle, demirler kaynakla, bez parçaları dikişle, kum tanecikleri çimentoyla…. Dolayısıyla eşrefi mahlukat olan insanı da birbirine bağlayan, bir arada tutan değişik vesileler vardır. Örneğin; çıkar ve menfaat ilişkileri, korku, şehvet veya ırki temayüller. Ki bütün bunlar geçici ve fani olup en fazla insanın dünyadaki ömrüyle sınırlıdırlar.
Kaldı ki bu vesilelerin çoğu kısa sürede bittiği gibi çoğu kere aksine etkileri de vardır. Örneğin; bir insan diğerine korkusundan dolayı bağlı görünüyorsa, o korku bittiğinde intikam duyguları devreye girecektir. Bir arada bulunma sebebi eğer menfaat ve çıkar ise menfaat bittiğinde dostluk ta bitecektir….
Ama birde insanları bir arada tutan, onlar arasında yürekten ve ölümüne sevgi ve saygı doğuran, ve bu beraberliği hiçbir karşılık beklemeksizin halisane Allah (cc) rızası için kılan bir vesile var ki işte oda İslam kardeşliğidir.
İslam kardeşliği diğer hiçbir birleştiriciye benzemez. Çünkü o karşılıksızdır, hasbi/sadece Allah (cc) rızası içindir, eskiyip bayatlamaz, aşınıp yıpranmaz ve ebedidir. zira bu dünyanın sınırlarını aşarak ahirette daha da artarak devam eder. Çünkü İslam kardeşliği karşılıklı sevgi, güven, yardımlaşma-dayanışma, birbirini iyiye güzele yöneltme ve kötü ve yanlıştan sakındırmayı da içerdiğinden sevap hanesine hesapsız getirisi olacaktır. Dolayısıyla İslam kardeşliğini yaşayanlar birbirlerine sağladıkları artıları ahirette görünce sevgi ve muhabbetleri artarak devam edecektir.
Bir iki anı.
Yıllar önce bazı insanların, kürt ırkıyla ilgili uçuk kaçık bazı iddialarını duyduğumda şaka ettiklerini zannerdim. Ancak günün birinde elektrik mühendisi olan ve yaşıda kırkı aşmış, yani yaşı kemale ermiş bir vatandaşla iki saati aşkın bir tartışmadan sonra böylesi uydurmaların olduğunu var olduğunnu anladım. Adam şöyle diyordu: “kürt diye bir ırk yok. Kürtler türklerin dağlarda yaşayan kesimidir. Onların yaşadıkları bölgeler karlı, karda yürürlerken kart-kurt diye ses çıkınca onlar bizim ismimiz kürt olsun demişler.
Bunu duyunca şok olmuş ve tebessümle şöyle karşılık vermiştim; “haklısın aslında türk dışında bir ırk yok. Karadenizliler yaş terliklerle deniz sahilinde gezeken ayaklarından laz-luz gibi sesler çıkmış onlarda bizim adımız laz olsun demişler. Araplar da develerle yolculuktan bıkıp araba araba diye diye isimleri arap kalmış falan...
1987 yılında mardinin midyat ilçesinde medrese tahsili yaparken hafif bir rahatsızlık sebebiyle devlet hastanesine gittim. Kapıdan girer girmez karşımda en belirgin bir yerde büyükçe bir levha gördüm üzerinde şöyle yazıyordu; “KÜRTÇE KONUŞMAK YASAKTIR”
Tabi gelen yaşlı hastaların onda dokuzu bir kelime türkçe bilmiyor. Yaşlı bir teyze muayene için doktora yaklaşıp doğal olarak kürtçe diliyle şikayetlerini sırlamaya başladı. Doktor çaresiz, tercümanlık edecek kimse yokmu? Diye sorunca ben tercümanlık yaptım. Sonra vaktim elverdiği kadar diğer hastalarla da doktor arasında tercümanlık yaptıktan sonra kendi acılarımı unutmuş halde doktora dedim ki; şu manzarayla kapıdaki levha ne kadar da çelişiyor... doktor garibim acı acı güldü ve “maalesef” dedi sadece.
Otuz yıl devam eden, otuz bin insanın hayatına, yüz milyarlarla ifade edilen maddi kayıplara, ve hesap edilemeyecek kadar büyük manevi kayıplara mal olan bu devasa sorunların yanında bu tür anıların sözü dahi edilemez elbette...
Özetle;
kürt sorunu denen bir sorun var...
Bu sorunun sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik, dini ve askeri bir çok yöneri var...
Bu sorun acil çözüm bekleyen, ve geciktikçe maddi-manevi bedeli daha da ağırlaşan bir sorun...
Bu sorunun çözümü bütün memleket, ümmet hatta insanlık için büyük bir kazanım...
O halde beklemek niçin? Kimin faydasına?
Geçmişte nice siyasiler; “ben seçilirsem altı ayda, bir yılda terürün kökünü kuruturum” vb. Bol keseden iddilarda bulunmadılarmı? Peki noldu?
Şu anda iki muhalefet liderinin (ki taraftarlarının çoğunlukla onlar gibi düşünmediği kanaatindeyim) onlarca yıldır denenen ve sonuç vermeyen şiddet yönteminde ısrar etmeleri neden?.. eğer bu liderler bundan siyasi bir rant devşirmek sevdasında iseler, aynı şekilde anaların gözyaşları ve mazlumarın kanı üzerinden karapara, uyuşturucu vs rantlar devşirenlerden ne farkları kalır.
Son dalga operasyonlarda teröre kurban giden bir askerin babası, bahçeliye seslenerek; “neden çözümsüzlükte direniyorsunuz ne olur bu açılıma destek verinde bu belayı çözün” diyordu. Arkasından da “ama senin çocuğun yok ki sayın bahçeli, sen anlayamazsın”diyor ve hıçkırıklara boğuluyordu.
Bu mesaj çocuk sahibi olmayan, cocuğu veya bir yakınını bu kirli savaşa kurban vermemiş olan her kesedir.
Sonuç olarak:
Bu konuda sorumluluğu olan tüm özel ve tüzel kişilikler taşın altına ellerini, kollarını hatta yüreklerini koymak zorundadırlar. Zira bu kirli savaştan ölüm, yaralanma, sakatlanma, hapis, işkence, köylerinin yakılması, memleketinden sürülmesi vb zararlarla etkilenleri, yakın akrabalarıyla birlikte hesaplarsanız milyonlarca kişi yapar. Zira ateş düştüğü yeri orada bulunanlarla beraber yakmaktadır.
Bu sorunun çözümünde sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik tedbirler elbette önemli. Ancak asırlarca meşhur tabirle 72 milleti manevi bir çimonto misali kardeşlik, barış, huzur ve güven içinde yaşatan din unsuru neden hiç gündeme gelmiyor. Başta askeri olmak üzere diğer tedbirlerin hepsi çok ağır faturalara mal olmasına rağmen sonucu da kesin değil. Hal buki dini tedbir herhangi bir bedel gerektirmediği gibi sonucu da kesin Allah (cc) ın izniyle. 1400 yıllık ümmet terihi bunun delilidir.
İşte Kur'an ve sünnetten sadece bir kaç örnek:
“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Ali İmran 3/103)
“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter. (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)
Birbirinize buğz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz.
(Buhârî, Edeb, 57, 58)
Ey insanlar dikkat edin; şüphesiz Rabbiniz birdir, babanız birdir. Dikkat edin ne Arab’ın aceme ne acemin araba, ne beyazın siyaha ne de siyahın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvayladır. Dikkat edin tebliğ ettim mi? Evet dediler. Buyurdu ki buda bulunanlar bulunmayanlara iletsinler. ( Kurtubi cami’ul beyan c1 s 223)
Sudan sebeplerle birbirleriyle cıngar çıkaran birbirinin malına, canına kasteden cahiliye toplumu Kur'an-ı kerim ve Resulullah (sav) ın vahiy kaynaklı İslam öğretileri sayesinde kardeşler oldular. Resulullah (sav) mekkeden mediye hicret ettiği zaman ilk işlerinden biri muhacir ve ensar arasında İslam kardeşliğini tesis etmek oldu.
Sapasağlam bu İslam kardeşliği temeline oturan İslam devleti ve İslam kardeşliğini iliklerine kadar sindirmiş olan saadet asrının yiğit mü'minlerinin oluşturduğu İslam ümmeti asırlarca içerden ve dışarıdan gizli aşikar bin bir türlü hile, desise, plan ve tuzaklara karşı direndi. Savaşlar, isyanlar, anarşi, terör vs badireleri atlattı.
Ancak bin üç yüz yıl sonra içerisine bulaştırılan ırkçılık fitnesiyle İslam kardeşlik ruhu zayıfladı. Böylece hayat kaynağını adeta yitirdi ve bu günkü acınacak hale geldi. Kardeşlik ruhu ümmet in ruhuydu onun zaafı ümmet in zaafı, onun yitirilmesi ümmet in yok olmasıydı. Tıpkı ruhu çıkan beden misali.
Sonuç işte bu günkü halimiz. İki milyar civarında büyük bir güç, dünya petrolünün yüzde seksen beşi kendi topraklarında, doğalgaz, bor madeni, uranyum vs yer altı-yer üstü kaynaklar konusunda da aynı. Ancak kardeşlik ruhunu yitireli paramparça, darmadağın, anarşi, terör, savaşlar vs iç-dış odaklı fitne ve çalkantılarla savrulan, kavrulan, varlık içinde yokluk yaşayan sürüm sürüm sürünen bir ümmet…
Böyle mi olmalıydı?..
Ey! Allah (cc) ın kulları hep beraber İslam sancağı altında toplanıp kardeş olun. Ey! Kürtler, Türkler, Araplar kardeş olun, ey insanlar kardeş olun…. Ta ki mahşerde de Resulullah (sav) ın liva ul hamd sancağı altında bulaşalım..