Said Nursî ve AKP
Başbakanın gecikmeli “Said Nursî açılımı”yla ilgili olarak üzerinde durulması gereken bazı önemli noktalar daha var.
Bunlardan biri, Erdoğan’ın din ve siyaset bahsinde Bediüzzaman tarafından ortaya konulup Nur talebelerince sürdürülen çizgideki hassas ölçüleri dikkate almayan, dahası o prensiplerle “muaraza” eden bir gelenekten geliyor olması.
Şu anda bile hâlâ bunun sıkıntıları yaşanıyor.
AKP’nin yedi yıldır milletin ve Meclisin büyük çoğunluğuna sahip bir tek başına iktidarı elinde bulundurduğu halde, hak ve özgürlükler noktasındaki mağduriyetlerin izalesi cihetinde kayda değer birşey yapamamasının en önemli sebeplerinden biri bu. Yapamıyor, zira yaptırmıyorlar.
Daha evvel başörtüsü için hep toplumsal mutabakat gereğinden söz eden Erdoğan’ın, bir sonraki aşamada bu söylemi “kurumsal mutabakat”a çevirmesi, bu gerçeğin örtülü bir ifadesi.
Aynı durum sivil anayasa bahsinde de karşımıza çıktı ve Erdoğan yeni bir anayasaya Meclisin de, kurumların da hazır olmadığını söyledi.
O zaman Türkiye’yi kim idare ediyor? Halkın oylarıyla yetki verdiği hükümet mi, muhalefet ve kurumlar mı? Deniyorsa ki, bu, AKP’yi de aşan yapısal ve derin bir sorun. O zaman, çözüm için en önemli dinamiklerden biri olan AB reformları yine bu iktidar tarafından niye savsaklanıyor?
Hattâ zaman zaman yaşanan talihsiz örneklerde görüldüğü gibi, demokratikleşme yönünde atılmak istenen bazı münferit adımlar derin odaklardan kaynaklanan katı direnişe takıldığında, AB’nin bu duruma yönelik eleştirileri üzerine hükümetin anlaşılmaz bir tavırla AB’ye karşı derin mahfillerin yanında yer almasının izahı ne?
İki yılı aşkındır Çankaya engel olmaktan çıktığı, buna bağlı olarak YÖK başta olmak üzere bazı kilit kurumlarda önemli değişimler gerçekleştiği halde niye hâlâ kayda değer bir gelişme yok?
Mağduriyetleri giderme noktasında alınan tek olumlu karar, YÖK’ün katsayıyı kaldırması. Ama onun âkıbeti de Danıştay’ın kararına bağlı.
Şimdi Kur’ân kurslarındaki yaş sınırını kaldırmaktan söz ediliyor. Orada da aynı şey olacak.
Çünkü sistem üzerinde zaten öteden beri var olan yargı vesayeti, AKP hakkındaki kapatma dâvâsında çıkan karardan sonra iyice koyulaştı.
Asker ise zahirde kısmen geri plana çekilmiş gibi görünse dahi mâlûm kırmızı çizgilerdeki duruşu hiç değişmeden aynen devam ediyor.
Ve AKP tarzı siyasetle bunlar aşılamıyor.
Gül’e atfedilen bir beyanda, “Din adına siyaset iddiasının yanlış olduğunu söyleyen Bediüzzaman’ın haklılığını 28 Şubat duvarına tosladığımızda anladık” denildiğini evvelce de yazmıştık.
AKP, bu “özeleştiri”nin neticesi olarak doğdu.
Ama hem kurucu kadrolarda, hem de teşkilâtlarda ağırlığın, “terk” edildiği söylenen millî görüş kökenli isimlerde olması ve gösterilen onca itinaya rağmen zaman zaman eski söylemlerin tekrarlanmasının önüne geçilememesi, mevcut kuşkuları “takiyye” takviyesiyle güçlendirdi.
Şerif Mardin’in AKP iktidarını “Kemalizmin başarısı” olarak nitelemesi ve Erdoğan’ın “Atatürk devrimlerini toplumun ortak paydası yapacağız” söylemleri ise, işin çok daha farklı bir boyutunu ortaya koyarak, karşımızdaki çatışma görüntüsünün bir mizansen olmaktan öteye gitmediğini düşündürüyor. Ve tek cümlelik “Said Nursî açılımı” da, AKP’nin ve dolayısıyla sistemin ömrünü biraz daha uzatma amaçlı yeni bir atraksiyonun ifadesi olma kuşkusunu davet ediyor.
Bu şüpheyi dağıtmanın şartı, söz konusu açılımın, içi doldurulup geliştirilerek sürdürülmesi.
Yedi yıllık iktidar tecrübesi, 28 Şubat’ta alınan dersin eksik kaldığını gösteriyor. Tamamlamak için samimiyet ve cesarete ihtiyaç var. Bu iktidar fırsatının bir daha ele geçmeyebileceği ihtimali de hesaba katılarak, haftalardır sadece lâfı edilen “açılım”ın bir an önce hayata geçirilmesi lâzım.
Aksi halde, tek cümlelik “Said Nursî açılımı,” neticesiz bir göz boyama olmaktan öteye gitmez.