Feyzullah Birışık

Feyzullah Birışık

Yıl; x.x. 2001… Dükkândayım. Telefon çaldı, bir bayan okuyucu:

Yıl; x.x. 2001… Dükkândayım. Telefon çaldı, bir bayan okuyucu:

- ‘Merhabalar, Feyzullah Bey’le mi görüşüyorum?’
- ‘Evet, benim’.
- ‘Ben sizin bir okuyucunuzum. Bazı sorularım var, müsaitseniz görüşebilir miyiz?’, dedi. Adresi verdim ve ertesi gün geldi. Başı açık; ama makyajlı değildi; açık da giyinmemişti. Önce hangi kitabımı okuduğunu sordum.
- ‘Komşumuzun cenazesi vardı. Ablam, sizin ‘Allah insana Ne demişti?’ adli kitabinizin Kabir bölümünü cenaze evinde okudu. Zaten atmosfer de buna müsaitti ve çoğumuz ağladık.
- Ölümü ilk kez o an ensemde hissettim’ dedi.
Kitaptan birkaç soru yönelttikten sonra aile yapısından bahsetti.
- Dindar bir ailem var. Annem ve babam hacılar. Ablam kapalı ve imam-Hatip mezunu. Ailemizde bir tek benim bacım açık.
- ‘Okul falan var mı?’
- ‘Okul bitti. Şu an bir muhasebecide çalışıyorum.’
- ‘Aileniz demiyor mu, kızım neden kapanmıyorsun? Annen kapalı, ablan kapalı, yengen kapalı…
- ‘Demez olurlar mı! Her gün başımın etini yiyorlardı. Ama onlar da artık beni bu şekilde kabullendiler.
- ‘Aileniz, kızım neden kapanmayı düşünmüyorsun?’ dediğinde nasıl bir savunma yapıyordunuz?’
- Kapanmam için beni ikna edin kapanayım!’ dedim.
- Güzeeel… Nasıl ikna etmeye çalıştılar?
- İmam-Hatip mezunu ablam Nur Suresi 31. Ayeti okumamı isteyip başörtüsünün farz olduğunu söylüyordu. Babam ise çevresinden utandığından örtünmemi istiyordu. Annem, gelenek ve kültürümüzden bahsederek örtünmemi istiyordu. Diğerleri de benzer nasihatlerde bulunuyorlardı.
- ‘Peki ablanız bahsettiğiniz ayeti okutmadan önce o ayetin sahibini tanıtmaya çalıştı mı? Yani Allah'ı…
- ‘Yoo hayır! Zaten Allah’à inandığımı biliyorlar. Başı açık olduğuma bakmayın. Allah'a inanırım çok şükür. Ramazan oruçlarını tutuyorum. O noktada problemim yok çok şükür.
- Allah inancınızı öğrenebilir miyim? Yani Ayla Hanım nasıl bir Allah'a inanır?
- İlk kez böyle bir soruyla karşılaştığım için doyurucu bir cevap veremem.
- Rahat olun, bildiğiniz kadarıyla anlatın.
- Allah'ın var olduğuna ve evreni yönettiğine inanıyorum. Tüm her şeyi o yarattı. Ve her şeyin sahibi. Yarın herkes ölecek ve huzurunda toplanacaklar. İyiler cennete, inanmayanlar da cehenneme gidecekler… Ha bir de Allah tevbe edenleri bağışlar. Rahmeti gazabını geçmiştir. Şimdilik aklıma bunlar geldi. Hatırladıkça söylerim.
Bir yandan bacımızı dinlerken diğer yandan da bacımızın ‘Allah-insan’ ilişkisi bilgi zayıflığını nasıl gideririm diye düşünüyordum. Bacımızı bir anlık hayrete düşüren şok bir cümle söyledim:
- Kapanmamakla haklısınız!
- ‘Nee! Dedi. Önce dalga geçtiğimi zannetti. Gayet ciddi olduğumu vurgulayarak tekrar söyledim.
- ‘Kapanmamakla haklısınız Ayla Hanım! Ben olsam, ben de kapanmazdım dedim.
Fazla merakta bırakmadan devamla;
- Kapanmamakla Haklısınız dedim, çünkü Allah inancınız, ablanızın nasihat üslubu, babanızın çevresinden utandığından örtünmeni istemesi ve annenizin geleneklerden bahsederek örtünmenden yana olması ikna edici değil. O sebeple ben olsaydım, ben de kapanmak istemezdim dedim.
Bacımız bu açıklamalarım sonrası bu halini desteklemişim gibi algılamış olacağından halinden memnun bir atmosfere girerek;
- ‘Kendilerine diyorum ama anlamıyorlar’ dedi.
Kendisine fayda vereceğine inandığım hayat hikayemden bir kesit sundum.
- Zamanında imamlık yapmış babam;
‘Namaz kılmazsanız sizi evlatlıktan reddederim diyerek gözümüzü korkuturdu. Bir hocanın evlatları nasıl olur da namaz kılmaz! Babam evde olduğu zaman kılıyorduk Hem de;
- Kimin için kıldığımızı
- Namazla Allah'a nasıl mesaj ulaştırdığımızı
- Niçin kılmamız gerektiğini bilmeden,,
Korkumuzdan kendisine de soramıyorduk:
- Baba, namaz kılmak zorunda mıyız?
Allah niçin namaz kılmamızı istiyor? Namazda niçin eğilip kalkıyoruz. Türkçesini bile bilmediğimiz sureleri niçin okuyoruz? Vb….
Yani hoca evladı olmak namaz kılmamız için yeterli bir sebep değildi. Zaten çoğu zaman da kılmıyordum.
Buradan şu sonucu çıkarabilirsiniz:
- Babanızın, çevresinden çekinme sebebiyle örtünmek istememeniz doğal. Örtünmeniz için iyi bir sebep değil.
- ‘Peki namaza ne zaman başladınız?’ sorusunu bekliyordum zaten.
Aradan yıllar geçti. Ama şu soru kafamı hep kurcalıyordu;
- Namaz kılmak zorunda mıyım. Allah, niçin namaz kılmamı istiyor? Tabiri caizse kılacağım namazla Allah'a nasıl bir mesaj ulaştırmış olacağım…
Ya namaz kılacağım ve bundan da büyük bir mutluluk duyacağım ya da kılmayacağım ve haklı gerekçelerim olacak.
Namaz kılan bir insan, belki de farkında olmadan;
- Vaktinden fedakarlık yapıyor
- Uykunun en tatlı anını feda ediyor.
Kimin için olursa olsun, bir insan fedakarlık yapıyorsa mutlaka o sahşı ya seviyor ya da bir minnet borcu ödüyor. Yoksa ne diye uykusundan olsunlar ki?
Bacımız başı yerde ve hak verir gibi hafif hafif başını aşağı yukarı doğru sallıyordu.
Daha sonra ‘Allah-insan’ ilişkisini kuvvetlendireceğine inandığım Kur’an’ı incelemeye başladım. Kur’an’ı, bana, Allah tarafından gönderilmiş özel bir mektup olarak algılamış olmam 1400 sene önce söylenen sözleri güncellemiş oldum. Sanki yeni gönderilmiş, Feyzullah'a özelmiş gibi.
Ayetlerin başında olan;
- Ey insanlar!
- Ey iman edenler! ‘Ey’den sonraki kelimelere adımı koyarak okumaya başladım. Yani - Ey Feyzullah!
- ‘De ki:…’ ile başlayan ayetleri de…
- “Ey Muhammed, Feyzullah’a de ki, olarak algılayınca elimdeki Kur’an’ın hemen arkasından Allah varmış gibi varlığını hissederek okumaya başladım. Çok sonraları öğrendiğim Peygamberimizin bir sözü aklıma gelmişken söyleyeyim:
- 'Kim Allah ile konuşmak istiyorsa, Kur’an okusun.’
Kendisine boyun eğeceğim varlığı tanımam gerekir diye düşünüp Allah'ın isim ve sıfatlarının tecellisini (yansımasını) bedenimde ve doğada görmek için Esma-ül Hüsna kitaplarını okumaya başladım.
Ve gördüm ki; Allah uyumuyor. Allah yarattıklarını başıboş bırakmıyor, Allah her an faaliyette. Allah yarattıklarını aralıksız besliyor. Aralıksız ikramlarda bulunuyor. Günah işleyen kullarını şeytanın kucağına itmeyip, rahmet sıfatını devreye koyarak tevbe kapısını gösteriyor. Hem de insanı utandırırcasına….
Elimdeki bana özel mektubu karıştırırken Allah’ın şeytanla olan diyaloğu dikkatimi çekti:
-‘….Onların dosdoğru yolunda oturacağım. Ve çoğunu şükredici olarak göremeyeceksin’(Araf,17)
Yani Feyzullah’la arana gireceğim ve Feyzullah’a vermiş olduğun ikramları unutturacağım. Feyzullah da sana teşekkür etme ihtiyacı hissedemeyecek. İkram etmeyen bir varlığa niçin teşekkür edilsin ki?
Dikkatimi çeken nokta, şeytanın;
-‘Çoğunu ibadet ediciler olarak göremeyeceksin!’demesiydi. İbadet kavramı yerine şükür kavramını koydu. Demek ki Allah, insanların kendisine şükretmesini istiyor diye düşündüm. Aklıma hemen şu soru geldi:
- ‘Acaba Allah'in insanların teşekkürüne (şükrüne) ihtiyacı mı var?
Hani az önce dedik ya, kim Allah’la konuşmak istiyorsa, Kur’an okusun. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilen Allah, yıllar sonra Feyzullah’ın aklına bu tür bir sorunun geleceğini bildiği için cevabını geciktirmemiş:
“…..Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiç bir şeye ihtiyacı yoktur..’(Neml 40)
Şu sorunun akla gelmemesi mümkün değil:
- Bir insan, Allah’a niçin nasıl teşekkür edecek?
Sorumuzun cevabını Allah’tan alalım: ‘Biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada geçim vasıtaları verdik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz.’ (Mü’minun, 78)
Düşünüyorum da sigara içtiğim dönemde, sigara uzatıldığında, daha sigarayı almadan teşekkür ediyordum. Beni zehirleyene teşekkür ederken, Allah’a neden teşekkür etmeyeyim ki?
- Allah’ın insanlardan (ihtiyacı olmamasına rağmen) teşekkür beklemesi, sizce doğal değil mi? Dedim.
Ayla hanım: “Evet, mantıklı…” deyince, konuşmama devam ettim.
Bu ikrama karşılık yapılacak teşekkürün şeklini de herhalde kendisi belirler…
Sizce?
İşte bu sebepten ‘namaza başladım, dedim. Daha sonra namaz kılma şekilleri ile Allahá nasıl mesaj verdiğimi Ayla Hanım’a anlattım.
Kanımca, Ayla Hanım beni dinlerken namazın yerine başörtüyü koyarak bir kıyaslama yapıyordu.
İçilen ikinci çaydan sonra konu ister istemez başörtüsüne geldi. Ayla Hanım’ın:
- ‘Sizce ben kapanmalı mıyım?’sorusu iyi bir girişti.
- ‘Tabi ki kapanmalısın ya da bak bu kadar konuştuk, artık kapan’, demedim. Ayla Hanım ikna olmak istiyordu. Ben nasıl namaz için ikna olmuşsam, o da öylece ikna olmalıydı. Şayet kapanmış olsaydı bile ya tam kapanmazdı, ya yanlış kapanırdı ya da kısa zaman sonra tekrar açılırdı ve tekrar kapanması da zorlaşırdı.
Ayla Hanım’a Allah’ın insan bedeni üzerindeki tasarruf yetkisini, yani insan bedeni üzerindeki söz hakkını bir şekilde ispat etmem gerekiyordu. İspat ettiğim an, Ayla Hanım’ın kapanmaktan başka çıkar yolu kalmayacaktı.
Ayla Hanım’a şu misali anlattım:
Kapı önünde güzel bir arabamın olduğunu ve anahtarı da üç şartla size emanet verdiğimi düşünün. Şartlarım şunlar:
1. – İstanbul dışına çıkmayacaksınız.
2. – Kimseyi arabaya bindirmeyeceksiniz.
3. – Gece 24.00’den sonra arabayı kullanmayacaksınız.
Bu üç şartı kabullendikten sonra;
- Arabaya annemi alırım ya da çevre illere gitsem ne zararı var? Aynı gün dönerim ya da gece 02.00’ye kadar kullanmamın ne zararı var? Gibi sözleri söyleme hakkınız olabilir mi?
Ayla Hanım: ‘Olamaz tabii, Çünkü araba sizin,,,’
Ben: ‘Eğer arabanın bir tekeri ya da herhangi bir parçası size ait olsaydı, şartlarımı beğenmeyebilir ya da şartlarımı tekrar gözden geçirmemi isteme hakkınız olurdu. Bana katılıyor musunuz?
Ayla hanım: ‘Haklısınız.’
Ben: ‘Ya arabayı almayacaksınız ya da şartları kabul edeceksiniz’. Başka seçenek yok ki!
Size vermiş olduğum bu misalden şu sonuç çıkar: Araba Feyzullah'ındır ve emaneten vereceği kimselere istediği şartı koşar. Kimse itiraz edemez, ek bir şart koşamaz ve şartlarına tam uymak zorundadır. İki tanesini beğenip de birini beğenmeme lüksü olamaz. Katılıyormusunuz? Dedim. Derin düşüncelere dalan Ayla Hanım:
- ‘Galiba haklısınız’ dedi.
- O zaman asıl konumuza gelebiliriz dedim.
Şimdilik konu başlığımız:
Allah'ın insan bedeni üzerindeki Tasarruf Hakkı
Allah’a inanan, Allah'i sevmeye ve dediklerini yapmaya çalışan bir insan olarak Allah’a bir soru yöneltiyorum:
- Allah’ım! Bedenim kime ait?
- Sana mi?
- Anneme – babama mi?
- Doğumda yardımcı olan ebeye mi?
Eğer bedenim bana aitse, ister ıslak gezerim, ister tepeden tırnağa kapanırım, ister böbreğimi satarım, ister vücudumu jiletlerim, ister intihar ederim. Kimsenin karışma hakkı olamaz.
Eğer bedenimin tek sahibi annem ve babamsa kesinlikle onlara danışmam gerekir. Onlar ne derse o olur. Olmak zorunda. Eğer ebe hanıma aitse ki değil, onu hiç karıştırmayalım. (Gülüşmeler yaşandı).
Eğer bedenimiz tepeden tırnağa Allah’ınsa (ki O’nun) kesinlikle söz hakki da O’nundur. Şartları O belirler. Ayla Hanım’a dönüp;
- ‘Sizce insan bedeni kime ait ve şartları kim belirler? Diye sordum. Derin düşüncelere dalan Ayla Hanım;
- Allah’ın ve O belirler’ dedi.
- Emin misiniz’ dedim. Sadece kafa salladı. Devam ettim konuşmama….
- Allah’ım! Bedenim tepeden tırnağa senin ve sen bu bedeni ölünceye kadar bana emanet etmişsin. Emanetine ihanet etmek istemiyorum. Hangi şartlarla verdin? Diyorum. Şartları şunlar:
1. – Bedenine zulmetme (zarar verme).
2. – Diz ile göbek arasını ört.
Şartları öğrendikten sonra tereddütsüz kabul ediyoruz. Akla şöyle bir soru gelebilir:
- Allah’ım! Koyduğun bu şartlarda çıkarı olan kim?
Ben mi, Sen mi?
Tüm insanlar çıplak da gezseler, bedenlerine zararda verseler, Allah’a en ufak bir zarar veremezler ve değerini düşüremezler.
Aynı şekilde yine tüm insanlar kapansa ve Allah’ın emir ve yasaklarını dört dörtlük dinleseler bile Allah’ın değerini arttıramazlar. Değeri düşen ve artan ancak insanın kendisidir.
Kalkmaya hazırlanan Ayla Hanım’a son söz olarak:
- Siz de aynı şekilde Allah’a sorun:
- Allah’ım! Başörtüsü meselesinde çıkarı olan kim? Ben mi, Sen mi?
Cevabınızı en kısa zamanda bekliyorum dedim ve teşekkürlerini sunarak gitti.
Takriben yirmi gün sonra Kadıköy’den Beyazıt’a gelirken minibüste cep telefonum çaldı.
- ‘Hayırlı günler Feyzullah abi, ben Ayla,,, Hani dükkanınıza gelmiştim ya!’
- ‘Tamam, hatırladım, Nasılsınız?
- Çok şükür daha iyiyim. Size müjdeli haberi vermek için aradım. Ben kapandım ve namaza başladım’.
O anki sevincimi bir ben, bir de Allah bilir.
- ‘Eğer yarın müsaitseniz tekrar görüşmek isterim.’
Memnun olacağımı söyleyip telefonu kapadım ve:
- ‘Allah’ım! Eğer dediğin şekilde kapanmışsa sana çok teşekkür ederim’, dedim.
Ertesi gün, geldi. Ayla Hanım gitmiş, başka bir Ayla Hanım gelmiş. Başörtüsünü o kadar sıkı bağlamış ki, neredeyse boğulacak. Bu kez nasıl giyinmesi gerektiğini konuştuk. Okuyup kendisini geliştirmesi için birkaç kitap tavsiye ettim.
Yirmi günü nasıl geçirdiğini sormadım. Ama o teker teker anlattı. Özetle;
- ‘Başımı örtmemi istemekte Allah haklıymış’ dedi.
Ben de;
- ‘Yani : )) dedim.
Feyzullah Birışık

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Feyzullah Birışık Arşivi