İran’a dost nasihati
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, İslam Konferansı Teşkilatı 25. Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) toplantısına katılmak üzere Türkiye’de...
Bu vesileyle, Erdoğan’ın Tahran ziyareti sonrası İran-Türkiye karşılaştırması yapan bir yazarın tespitlerini aktarmak istiyorum.
Öncelikle yazar hakkında bilgi vereyim ki, “fitne” edebiyatına başlanıp “lanet” kılıcı kuşanılmasın.
Yapılan nihayetinde siyasi bir analiz...
Abdulbâri Atwan’ı ve gazetesi El-Kuds El-Arabi’yi bilirsiniz.
Tanımıyorsanız bile kısaca; “Nurettin Şirin’in Tarık Humeyd’le kıyaslayarak ‘Sen bir Arab gazetesi Eş Şarku'l Evsat'ın başyazarı olduğun gibi, Abdulbâri Atwan da El-Kuds El-Arabi gazetesinin başyazarı. İkiniz de Arabsınız. Biriniz ihanet ve zilleti, diğeri de onur ve direnişi savunuyor’ cümleleriyle övdüğü yazar” dersem sanırım anlarsınız.
Değerlendirmelerini aktaracağım Filistinli yazar, Abdulbâri Atwan’ın yakın arkadaşı ve gazetesi El-Kuds El-Arabi yazarlarından...
Sözkonusu analizi de zaten El-Kuds El-Arabi’nin 5 Kasım tarihli sayısında yayınlandı.
Yazarımız, yakın tarih uzmanı ve bölgeyi en iyi izleyen akademisyenlerden Dr. Beşir Musa Nafi’...
Ne kadar değerli bir bilim adamı ve analist olduğunu İsra Haber’de yazıları yayınlanan sevgili dostum Eymen Halit’e sorabilirsiniz.
Bu kadar ön bilgiden sonra, Beşir Musa Nafi’nin “Türkiye ve İran: İttifak ve ihtilaf” başlıklı yazısında neler söylediğine bakalım:
“İran dış politikasının bölgesel yönelimleriyle Türk dış politikasının yönelimleri arasında içiçe geçen ve kesişen yerler var. Fakat aralarındaki farklılıklar bu yönelimlerin özünde olmaya devam edecektir. Öncelikle; İran çeyrek asırdan uzun bir süredir canlı İslami bir politikaya dayanmasına ve bölgede kendisine ideolojik olarak bağlı müttefikleri bulunmasına rağmen, içeride kaygı verici bir durumla karşı karşıyadır. Bu kaygı verici durumun nedeni, sadece reformcular ve muhafazakarlar olarak tanımlanan kesimler arasındaki keskin çatışma değildir. Bununla birlikte ve daha tehlikelisi, çeşitli etnik ve mezhebi grupların konumu ve haklarıyla ilgili olandır.
Türkiye, Kürt ve Alevi sorunlarına yaklaşımda gitgide artan bir esneklik göstermektedir. Fakat görünüşe göre, İran yönetim merkezi, etnik ve mezhebi gruplar dosyasını açma kanaatine henüz ulaşmış değildir. Daha da ötesi, İran siyasi aklının bu dosyayı açma ehliyeti bulunup bulunmadığı da net değildir.”
Türkiye ve İran’ın dış politikalarının Irak’ta rekabet içinde olduğuna dikkat çeken yazar, iki ülkenin, toprakları işgal edilen komşularına yaklaşımını şu şekilde özetliyor:
“İran, Amerikan işgalinin başından ve Irak devletinin çökmesinden beri Irak’taki nüfuzunu güçlendirmeye çalıştı. İran’a bağlı Şii güçlerin, Washington’un Irak rejimini devirmek ve ülkeyi işgal için inşa ettiği ittifakın esas tarafları olması buna yardımcı oldu. Türkiye ise, diğer taraftan Kürt dosyasının karmaşık sorunları ve Irak halkıyla dayanışma duygularıyla Irak’a doğru harekete geçti. Fakat Amerikan projesinin başarısızlığı, Bush Yönetimi’nin sınırlı bir Türk rolünü kabul etmeye itti. Sonra Obama Yönetimi geldi ve önceliği Irak’a değil Afganistan’a verdi. Dolayısıyla Irak’ta ve tüm bölgede daha geniş bir Türk rolüne alan açıldı.
Sorun şu ki; Irak’ta Türkiye’nin ve İran’ın yönelimleri arasında büyük fark var. Bu fark , sadece iki devletin nüfuzunu artırma arzularının çatışması değil. Şu ana kadar dış politikasını mezhep boyutundan kurtaramayan İran, Irak’ta mezhepçi bir projeyi destekliyor (Yüksek Konsey ve müttefiklerinin temsil ettiği açık mezhepçilik veya Maliki’nin liderlik ettiği maskeli mezhepçilik) ve bu mezhepçi proje, siyasal Şiiliğin hakim olduğu bir Irak veya güçsüz ve kendi içinde bölünmüş federal bir Irak inşa etmeyi hedefliyor.
Diğer taraftan Türkiye, vatansever her yönelimin arkasında duruyor. Son günlerde tüm mezheplerden ve çeşitli etnik gruplardan birçok insanın ve hareketin ittifakıyla oluşturulan geniş ulusal ittifak bunlardan biridir. Her iki ülkenin de, İran’ın da Türkiye’nin de politikalarını mükemmel ve karşılıksız olarak tanımlamak saflık olur. Kesinlikle her ikisi de kendi çıkarlarını güçlendirmeye çalışmaktadır. Fakat tarih, kültür ve strateji faktörleri İran’ın Irak’taki hedeflerini mezhepçilik eğilimli bir çerçeveye, Türkiye’nin hedeflerini de vatansever eğilimli bir çerçeveye koymaktadır.”
Dr. Beşir Musa Nafi’, iki ülke dış politikaları arasında yaptığı bu karşılaştırmanın ardından İran’a hem kendisi için, hem bölge için ve hem de İslam Dünyası için daha yararlı olacak bir politikayı öğütleyerek çözüm yolunu gösteriyor:
“İki ülke arasındaki ilişkilerin güçlenmesi, bölge üzerinde karşılıklı anlaşmaya, çıkarların çatışmasından kaçınmaya ve çatışmayı diplomatik alışverişlere dönüştürmeye yarayacak daha geniş bir diplomasi penceresi açabilir. Fakat rekabet ve çatışma ihtimalleri nedeniyle bu en iyi ve uzun vadeli bir çözüm değildir. Çözüm, İran’ın politikalarının mezhepçilikten kurtulmasıdır. Tüm İslam Dünyası içindeki konumunu yeniden gözden geçirmesi ve kendisini, ümmeti oluşturan cemaatlerden herhangi birinden ne daha çok ne daha az, çok çeşitli grupları içinde barındıran İslam Ümmeti’nin ayrılmaz bir parçası olarak görmesidir. İranlıların ve devletlerinin yükünü ağırlaştıran mezhepçi Safevi mirasından tamamen kurtulmasıdır.”