MAZLUMDER Başkanı’ndan cevap
MAZLUMDER Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal bu köşede kendisine yönelttiğim soruların bir kısmına cevap vermiş...
Ünsal’ın yine bu sitede “İsmail Yaşa’ya cevap” başlığıyla yayınlanan cevabında itiraf var, omuz omuza eylem yaptığı insanlarla arasına mesafe koyma çabası var.
Ama öncelikle Ünsal’ın bana önyargılarının etkisinde kalarak yönelttiği sorulara cevap vereyim.
Aslında o soruların hepsine “İtirazımız çifte standart ve ikiyüzlülüğe” başlıklı yazımda cevap vermiştim ama kısaca yine cevaplayayım.
Soru: Eğer mazluma dinini ve mezhebini sormadığımız gibi zalime de dinini ve mezhebini sormayacak isek; parçalanmış bir bebeğin, Yemen tarafından ya da Suud tarafından öldürülmüş olmasının vahşet açısından durumu değişir mi?
Cevap: Vahşet, vahşettir. Sadece şu değişir. Vahşeti kim işlemişse o suçlanır. Adalet bunu gerektirir.
Örneğin Yemen’de Ramazan ayında sivilleri hedef alan o saldırıda füzeyi atan pilot suçludur. Şayet ona böyle bir emir verilmişse, o emri verenler suçludur. O pilotun yargılanıp gerekli cezayı alması engellenirse, katliamın üzerini örtenler suçludur. Fakat silahlı bir isyanı bastırmaya yönelik askeri operasyonda bir veya birkaç askerin işlediği suçlar, tüm bir ülkeye ve hatta ordunun tamamına mal edilemez.
Yemen uçaklarından atılan füzeyle işlenen o katliamdan sonra Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in soruşturma başlattığını, bu tür soruşturmalardan sağlıklı bir sonuç çıkmasının beklenmemesi gerektiği yönündeki kişisel kanaatimi de ekleyerek yazdım.
Soru: Fosfor bombası, kullananın kimliğine, dinine ve mezhebine göre meşruiyet kazanan bir silah mıdır?
Cevap: Değildir.
Soru: Askeri hedeflerin yanı sıra sivil hedefleri de yoğun bir şekilde, hele de yasak silahlarla vurmanın savaş hukukundaki adı nedir?
Cevap: Bildiğim kadarıyla katliamdır.
Yemen’deki sorunun çözümü olarak Ahmet Varol ağabeyin önerisini desteklediğimi belirttim.
Yemen Hükümeti’nin veya Suudi Arabistan Hükümeti’nin avukatlığını yapacak değilim.
Fakat ülkemin insanlarının da yalan-dolanlarla kirli bir savaşın taraflarından birinin destekçileri haline getirilmeye çalışılmasına sessiz kalamam.
Gerçek Hayat’ın çok sevdiğim bir sloganı var; “Gerçeğe sadakat şerefimizdir” der.
Oyunları bozulanlar türlü çeşitli iftiralarla saldırıya geçseler de gerçekleri dile getirmekten -Allah’ın izniyle- vazgeçmeyeceğim.
Şimdi gelelim MAZLUMDER Genel Başkanı’nın cevabına...
“Suudi Arabistan’ın fosfor silahı kullanarak gerçekleştirdiği saldırıda hayatını kaybeden çocukların fotoğrafları” diye kamuoyuna lanse ettikleri fotoğrafların herhangi bir saldırıda çekilmiş ölü bebek resimleri olduğunu itiraf ediyor.
Fakat acayip bir mantık yürüterek yapılan yanlış işi savunmaya çalışıyor.
“Bu fotoğrafları kullanarak anlatılmak ve kınanmak istenen şey, sivil hedeflerin vurulmuş olmasıdır; fotoğrafın sahibi olan “bir ölü bebek bedeni”nin kişisel dramı ve davası değil “ölü bebek bedenleri"nin anonim dramı ve davasıdır” diyor.
“Parçalanmış bebek bedeni fotoğrafının Yemen çöllerinde çekilmiş olması ile Afganistan'da veya Nikaragua'da çekilmiş olmasının ne önemi olabilir?” diyor.
Yani diyor ki; PKK teröristleri Kuzey Irak’taki kamplarından sınırı geçerek Türk topraklarında askerlere saldırı düzenlese, bunun üzerine Türk Ordusu da sınırın diğer tarafındaki terör kamplarını bombalasa, bu arada teröristler tarafından bombardımanda sivillerin ve bebeklerin de öldürüldüğü iddia edilse, biz örneğin Gazze’de İsrail saldırısı sırasında hayatını kaybetmiş Filistinli bebeklerin parçalanmış ve yanmış cesetlerini gösteren fotoğraflarla Genelkurmay Başkanlığı önünde protesto gösterisi yapabiliriz...
“Hava saldırısı düzenlenmişse, muhtemelen bebekler de ölmüştür. Bebekler ölmüşse, muhtemelen onlar da bu şekilde yanarak ve parçalanarak ölmüştür. Eh, o zaman biz de arşivimizdeki en vahşi katliam görüntülerini çıkarıp onlarla saldırıyı protesto edelim...”
Bu mantığın değerlendirmesini hukukçulara ve okuyucuya bırakıyorum.
MAZLUMDER Genel Başkanı sıfatına sahip bir insanın kamuoyu oluşturmada fotoğrafın ne denli etkili bir araç olduğunu, o gösteriye katılanların bir çoğunun ve gösteriyle ilgili haberleri okuyanların fotoğraflarda gösterilen bebeklerin Suudi Arabistan’ın kullandığı fosfor silahıyla öldürülen bebekler olduğunu düşüneceğini bilmiyor olamaz.
Ünsal, Husilerin öne sürdüğü ne kadar iddia varsa doğruluğu kanıtlanmış gerçeklermiş gibi arka arkaya sıralamış...
Yemen topraklarının Suudi Arabistan tarafından bombalandığını söylemiş ama bu operasyondan önce Husilerin sınırı geçerek Suudi Arabistan askerlerine saldırdığını, bir askeri öldürdüğünü ve birkaç askeri yaraladığını unutmuş...
Husilerin Suudi Arabistan’ın sınır köylerini top ateşine tuttuğunu unutmuş...
Husilerin saldırılarında ölen askerlere ve sivillere, daha da ötesi 18 yaşından çok küçük çocukların “Mehdi’nin askerleri” olduklarına inandırılıp cepheye sürülmelerine hiç değinmemiş...
Yemen ve Suudi Arabistan arasında güvenlik işbirliği anlaşmalarının olduğunu ve operasyonların Yemen ve Suudi Arabistan hükümetleri tarafından koordineli bir şekilde düzenlendiğini gözardı ederek, sanki bir ülke bir başka ülkenin topraklarına tecavüz ediyor izlenimi vermiş...
Suudi Arabistan askerlerinin karadan herhangi bir süpürme harekatına giriştiği hem Suudi Arabistanlı hem de Yemenli yetkililer tarafından yalanlanırken, MAZLUMDER Genel Başkanı Husilerin bu iddiasına itibar edip karşı tarafın açıklamalarını gözardı etmiş.
Yüzbinlerce mülteci ve savaş mağduru oluştuğunu söylemiş ama bunların yarısı Yemen ve Suudi Arabistan bombardımanından kaçan kimseler ise diğer yarısının Husilerce bombalanan köylerden kaçan kimseler olduğunu belirtmeyi unutmuş...
Suudi Arabistan’da çalışan Yemenli işçilerin ülkelerine geri gönderilerek mağdur edildiğini öne sürmüş...
Oysa basit bir araştırmayla bu iddianın asılsız olduğunu, Suudi Arabistan-Yemen sınırının kaçakçılar ve ülkeye yasa dışı yollardan girenler tarafından yoğun olarak kullanıldığını, yakalanıp geri gönderilenlerin Suudi Arabistan’a kaçak olarak girenler olduğunu ve bu ülkede yasal olarak oturumu bulunan işçilerden tek bir tanesinin dahi son olaylar nedeniyle Yemen’e gönderilmediğini öğrenebilirdi.
Hele bir fosfor bombası iddiası var ki; MAZLUMDER’in de alet olduğu kara propagandanın omurgasını oluşturuyor.
Ünsal’ın cevap niteliğindeki yazısında da, Suudi Arabistan’ın forfor bombası kullandığı yönünde Husiler tarafından ortaya atılan iddiaya sıkı sıkıya sarıldığını görüyoruz.
Bu iddianın doğruluğuna inanmış...
Gerekçesi de, Suudi Arabistan’ın bu iddialara cevap vermemesi...
Öyle ya; sükut ikrardandır!
Peki, gerçekten öyle mi?
Hayır; değil...
Bu konuda da MAZLUMDER Genel Başkanı ya gerçeği bilmiyor ya da bilerek doğruyu söylemiyor.
Çünkü El-Cezire kanalının internet sitesinde 10 Kasım tarihinde, yani MAZLUMDER o protesto eylemini düzenlemeden iki hafta önce yayınlanan bir haberde Suudi Arabistan Hükümeti yetkilisinin Fransız Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada Suudi Arabistan’ın fosfor bombası kullandığı yönündeki iddiaları yalanladığı yazıyor.
MAZLUMDER’in yaptığı araştırmalar ve yayınladığı bildirilerin hepsi bu şekildeyse yazık...
Hem de çok yazık!
Yalanlamanın üzerinden neredeyse bir ay geçmiş, nasıl olur da hâlâ “fosfor bombalarının kullanıldığına dair iddialara suçlanan tarafın cevap vermemesi” diyebiliyorsunuz?
İki kelime yazıp Google’da da mı arama yapamadınız?..
Ahmet Faruk Ünsal, Sayın Osman Atalay’ın yazısındaki göstericilere teşekkür cümlesinin gözümden kaçtığını sanmış...
Bilakis o cümleyi gördüm ve hiç de rahatsız olmadım.
Çünkü ben o yazının bütününde vicdan sahibi insaflı bir yaklaşıma şahit oldum.
Sayın Atalay’ın yazısında daha açık ve net ifade etmek isteyip de söyleyemediği şeyler olduğunu gözlemledim.
O yazının ilk satırından son satırına kadar, çifte standarda ve ikiyüzlülüğe karşı çıkış var.
Sanırım Ünsal, Sayın Atalay’ın yazısında dile getirilen bu isyanı kavrayamamış...
MAZLUMDER Genel Başkanı yazımda kullandığım bazı ifadelerden de rahatsız olmuş...
Hiç rahatsız olmasın; çünkü o ifadeleri hakaret mahiyetinde kullanmadım.
Sadece gördüğüm manzarayı yazdım...
Ünsal, gösteride herkesin konuşmasının kendisini bağlayacağını söyleyerek birlikte eylem yaptığı insanlarla arasına mesafe koyuyor.
Bu olumlu bir gelişme...
Keşke Husiler hakkında onlar gibi mi düşünüyor; Husileri “direnişçiler” olarak mı görüyor veya farklı mı değerlendiriyor, açıklasaydı da öğrenseydik...
MAZLUMDER’in resmi internet sitesinde Yemen’de yaşananların “soykırım” (genocide) olarak nitelendirildiğine dikkat çekerek bununla ilgili sorular yöneltmiştim.
Maalesef o soruların da cevabı gelmedi.