Bu illetin, 'İslâm Milleti' potasında erimekten başka çaresi yoktur!
Geçen Perşembe günü, ‘Müslümanlar bu ‘akıl tutulması’nı atlatmaya mecbur değil, mahkûmdur!’ başlığıyla yayınlanan yazıma bir internet sitesinde yazılan bir yorumda, ‘PKK'nın ortaya çıkışını hâlâ kemalizme bağladığıma’ dikkat çekilerek bu yaklaşımım eleştiriliyor ve 'Kürt sorununu ve bunun istismarı için oluşturulan PKK'nın varlığını kemalizme bağlamak gerçekçi değildir.. İran'da niye Kürt sorunu vardır? İran'da kemalizm yoktur. Üstelik 28 yıldır İran'da İslâm Cumhuriyeti diye adlandırılan bir idare olduğu halde orada da Kürt Sorunu bitmedi..’ denilerek, bir yanlışa düşülüyordu..
Bu yanlış, PKK’nın, Kürd halkıyla ve kürdçü kavmiyetçilikle aynîleştirilmesi idi.. Halbuki, PKK’nın bütün karşı iddialarına rağmen, kürd halkı içindeki temsil nisbeti, en türkçü bir siyasî hareketin türk halkı içindeki temsil nisbetinden daha yüksek değildir ve öyle bir ayniyet iddiası sadece onun büyük gösterilmesi emeline hizmet eder..
Ama, PKK yok iken de hem Türkiye’de, hem İran’da ve hem de Irak’da kürdçü hareketler ve silahlı mücadeleler daima vardı.. Hele de son 80 yıl boyunca.. Çünkü bu zaman diliminde Irak’da sadece arab kavminin, İran’da sadece fars kavminin ve Türkiye’de de sadece türk kavminin var olduğu, diğerlerinin varlığının kabul edilmediği ve varlığı iddia olunan başka kavimlerle ilgili bilgilerin bir yanılsamadan veya düşmanların entrikalarından kaynaklandığı ileri sürülüyordu.. Halbuki arab, fars, türk, vs kavimleri gib kürd kavmi de vardı.. Ve, herhangi bir ırk veya kavmi üstün bilmek ve tutmak şeklindeki yaklaşımlar terkedilmedikçe, başka türlü kavmiyetçi hareket tepkileri de olacaktır; PKK olsun veya olmasın..
Bunu şunun için bilhassa belirtmek ihtiyacını duyuyorum ki, Başbakan Tayyîb Erdoğan’ın ‘silahlı mücadeleyi sona erdirmek için yeni ve daha geniş kapsamlı adımlar atılacağını’ açıklaması, hangi niyete dayanırsa dayansın, desteklenmelidir..
Çünkü, akacak kan, yeni kanlar isteyecektir.. Ve bu kan, belki siyasî yelpazenin değişik yerlerindeki kişi veya çevrelerin işine gelmeyebilir, ama, asıl faturayı müslümanlar arasında varolan ve her şeye rağmen yokedilemeyen ‘İslâm kardeşliği’ anlayışı ve müslümanlar ödeyecektir.. Bu illetin İslâm Milleti potasında erimektenbaşka devâ ve şifası da yoktur..
-
1- SABAHADDİN ZAİM HOCA İÇİN BİR FATİHA DİLEĞİ: Laik-kemalist rejimin eğitim cenderesinde sıkışıp kalmış nesiller içinden nicelerimizin kendi inançlarımıza göre yoğrulup, yeniden şahsiyet kazanması ve inançlarımıza göre bir dünyayı önce kafa ve kalblerimizde kurmamız için büyük hizmetleri geçen ve örnek şahsiyeti zihinlerden kolayca silinemeyecek olan Sabahaddin Zaim Hoca’mızın, -Balkan müslümanlarının Anadolu müslümanlarına hediye ettiği bir ‘kandil’in-, rahmet-i Rahmân’a -bu âlemden sonra- ebedî âlemde de kavuşmuş olması münasebetiyle, onun bu dünyadaki daha nice hizmetlerinden mahrum kalan öğrencilerine, sevenlerine ve aile çevresine başsağlığı dileklerimi sunuyor, merhûm hocamıza rahmetler niyaz ediyorum..
2- Cumartesi günü ‘İslâmofobia’ (İslâm korkusu) üzerine bir uluslararası konferans vardı, İstanbul’da.. Konuşmaların bir kısmını Haber7 kanalından izleyebildim.. Bazı konuşmacıların konuyu bir ‘Anti- İslâmizm’ (İslâm düşmanlığı) temelinde ele aldıkları görülüyordu.. Halbuki, ‘İslâm düşmanlığı’ o kadar önemli değildir.. İslâm’ın da, düşmanlarından anlayış beklemek gibi bir problemi yoktur..
Ama, ‘İslâmofobia’da ise, bir korku vardır ve hattâ korkudan da öte, ‘paranoia’ya varan bir vehim.. Ve ilginçtir, bu korkuyu, İslâm-dışı dünyaya şırıngalayan veya pompalayanlar da genelde, müslüman toplumlar içinden o dünyaya gitmiş veya onlara sığınmış ve genel olarak iğreti bir şekilde de olsa, İslâm’ın en azından kültürel atmosferinde yaşamış, yetişmiş ve o kültürden nefret eden, ona düşmanlık ve kin besleyen, laik rahiblik veya rahibeliğe soyunmuş kimseler.. Özellikle de Merve Kavakçı’nın işaret ettiği bir noktanın üzerinde durulması gerekiyor.
Merve Hanım, uzuun yıllardır B. Amerika’da kalan birisi olarak, Batı dünyasının İslâm’a bakışının genel çerçevesini anlatmaya çalışıyor ve ‘Batılıların, Yahudilik ve Hristiyanlığın sekulerleştiğini, reform geçirdiğini; İslâm’ın ise sekulerleşmediğini ve reform geçirmediğini ve İslâm’ın temel kaynaklarının otantik, aslî halini korumasından dolayı korkular içinde olduklarını, onların din anlayışlarıyla İslâm arasındaki temel problemin ve korkularının buradan kaynaklandığını düşündüklerini’ vurguluyordu, özet olarak..
Yani, müslümanlardan beklenen, tam da İslâm’ın gönderiliş sebebine hıyanet etmeleri.. Çünkü, İslâm, o dinlerin aslî kaynakları tahrif edildiği ve aslî kaynaklarından uzağa düştükleri için gelmişti..
3- Merve Kavakçı’nın bu konuşmasının yaptığı gün, daha çok ekonomi alanındaki yazılarıyla bilinen Ege Cansen de, Hürriyet’teki sütununda, ‘İslâm’da tecdid’ başlığıyla yazdığı ve ‘İnanmayan, inandırıcı olamaz!.’ cümlesiyle bitirdiği bir yazıda şöyle diyordu, özetle:
‘İslâm, kendi söylemiyle, diğer dinlerden ve özellikle Hristiyanlıktan farklı olarak "Peygamber" değil "Hak" (Tanrı) dinidir. Bu yüzden de adı, Musa'dan türetilen Musevilik, İsa/Hristo'dan türetilen İsevilik/Hristiyanlık gibi, Hz. Muhammed'den Muhammedîlik değildir. Gerçi Muhammedî sözcüğü yabancılar tarafından çokça kullanılmıştır. Ama İslâm, kendini böyle adlandırmaz. Uzun yıllar boyunca okuduğum İslâmî yazılarda kalkış noktası daima "Kur’an"dı. Hadis, Sünnet ve İcma ikinci derece başvuru kaynakları kabul edildi. İslâmi düzenle ilgili her soruya Kuran'dan bir veya birkaç ayet zikrederek cevap verildi. Son yıllarda ve aylarda bu yöntemin hızla değiştiğini görüyorum. Yeni yöntemde İslâm, Hz. Muhammed'in söz ve hattâ davranışlarından örnekler verilerek anlatılıyor. Kur’an âyetleri, yazıların sonunda zikrediliyor. (…) Bu yeni yöntemin İslâm'ı "ılımlı" hale getirmesi ve köktenciliğin yayılmasına engel olması bekleniyor sanıyorum. Belki de bu projenin Batı tarafından desteklenmesinin sebebi budur.’
-
Evet, bu görüş, bir ekonomist söyledi diye teğet geçilmeyip, üzerinde düşünülmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.