32. Gün programındaki konuşmacılar
Dünkü yazımızda bazı gençlerin sözlerini aktarmış, yanlışları düzeltmeye çalışmıştık. Bugün de başörtüsü ile hiç ilgisi olmayan kişilerin, başörtülüler hakkında neler söylediklerini özet olarak vermeye çalışacağız.
Perşembe gecesi geç saatlere kadar tartışmayı izleyenler fark etmişlerdir. Salonda alkışlanan iki konu vardı: Birincisi Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü övmek; ikincisi de millî irade temsilcisi iktidarı yermek. Bu iki konu, müthiş alkış alıyordu. Panelistler de bu havaya göre konuşmaya çalışıyorlardı. Şimdi ana hatları ile ne dediklerini aktarmaya çalışalım.
Prof. sayın Coşkun özdemir, hayaller ve yanlış bilgiler aktarmakta, adı gibi bir coşku içindeydi. çok defa sapla samanı birbirine karıştırıyordu ama... Sanıyorum samimi bir bilim adamıydı. Ama Atatürk’ü hiç bilmiyordu. Onu, kendine göre anlatıyordu. Dogmalardan nefret eden, sadece akla ve bilime inanan materyalist bir devlet adamı olduğunu söylüyordu. Onun Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde hutbe okuduğunu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temeli olan TBMM’yi (kendi deyimleri ile) mübarek Cuma günü, namazdan sonra, kurbanlar kestirerek ve toplu dualarla açtırdığını... Elmalılı Mehemmet Hamdi Yazır’a İslâm âlemi’nin en muteber Kur’an tefsirini yazdırdığını. Sonra devletin parası ile binlerce on binlerce bedava dağıttırdığını... Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı iman dolu muhteşem şiirini, İstiklal Marşımız olarak kabul ettiğini... Sonra TBMM’de defalarca okutarak, Meclis üyelerine ayakta alkışlattığını... Türkiye’ye komünizmi kabul ettirmek için gelen Mustafa Suphi ve 14 arkadaşını, bir kaptana emir vererek, Karadeniz’de boğdurduğunu... Koyu bir Türk milliyetçisi olduğunu... Daha nice haslet ve meziyetlerini ya kasten unutmuş görünüyor, ya da bilmiyordu.
Bir tek doğru laf söyledi. İnönü’nün Köy Enstitüleri’ni kapattırmasının yanlışlığını ortaya koydu. Şahsen ben de onu yanlış buluyorum. Her okulu birincilikle bitirdim. Bugün elimden hiçbir iş gelmiyor. Bozulan bir musluk contasını ya da elektrik sigortasını onaramıyorum. Halbuki Köy Enstitüsü’nde okuyanlar, duvarcılıktan tamirciliğe kadar her işi biliyorlardı. Haa, komünizme kayıyorlarmış. Bazı ahlaksızlıklar yapıyorlarmış. Diyelim ki bunlar doğru. Millî Eğitim Bakanlığınız yok muydu? Adam olaydınız da, iyi yetişmelerini sağlayaydınız.
Sayın Can Ataklı çok akıllıca konuştu. Bir ara örtülü kızlarla gençleri kapıştırmak için, tuzak sorular soran M. Ali Birand’ı “Sen ne yapmak istiyorsun?” diye basbayağı azarladı. Kendilerini tebrik ediyorum. Sonunda o da alkışlanmak tutkusundan kendini kurtaramadı. Yarısı doğru, yarısı yanlış bir söz söyledi. “28 Şubat; baskının, hakaretin, zulmün arttığı, vurgunculuğun, soygunculuğun, hırsızlığın ve her türlü namussuzluğun yapıldığı bir süreçti” deyince, koca salon suyu kesilmiş değirmene döndü. Sıra alkışlanacak söze gelmişti. “İçinde yaşadığımız dönemdeki AKP iktidarı 28 Şubatçıların yaptığı kötülükleri üçe, beşe katladı!” dedi ve beklediği gibi çılgınca alkışlandı. Sayın Ataklı’ya bir sözümüz yok. Fikirlerine katılmıyoruz ama, kendilerine kızmıyoruz da... Bizim Malatya’da “Dertli söylegen olur” diye bir söz vardır. Bizimki de öyle. Adamın canı yanmış, ne diyelim?
Gelelim sayın bayan Nazlı Ilıcak’a. Tabiî ki başörtüsüne karşı değildi. Sözlerine “Ben Atatürkçüyüm” diye başladı. Hiç inandırıcı olmadı. Belki de gençler tarafından yuhalanan ilk bayan oldu. Konuşmacılar arasında benim olmayışım çok işine yaradı. Her ne kadar İslâm’daki el kesmenin ve kısasın vahşet olduğu anlamına gelen bazı sözler söyledi ise de, yine gençlere kendini beğendiremedi. Sayın Birand yakışıksız tutumlarından dolayı, gençleri uyarmak zorunda kaldı.
Gecenin yıldızı sosyolog, sayın Canan Barlas’tı. Başörtülü kızlarımızın her bakımdan modern ve çağdaş yapıda olduklarını söyledi. Onların üniversitelere alınmasının faydalarını bilimsel olarak açıkladı. Bir genç söz aldı. “Bir avuç örtülü kardeşlerimizi Kemalist baskı altında tutuyorsunuz. Bu faşizmdir. Halbuki Atatürk halkçı idi” diyerek tartışmayı özetlemiş oldu. Tek taraflı 32. Gün kimseyi inandırıp doyuramadı. Yazık oldu, uykusuz geçen saatlerce zamanımıza... Sayın Birand, eskiden olduğu gibi tarafsız ve samimi davranırsa, 32. Gün’ü belki bitkisel hayattan kurtarabilir. Saygılarımla...