Sürekli belirsizlik hali düşünceyi öldürüyor
Tek parti iktidarının sıkıntılı bir döneminde dünyaya gelmiş bir kişi olarak diyebilirim ki ülkem sürekli olarak iç ya da dış kaynaklı problemlerle uğraşmak zorunda kaldı. İkinci Dünya Harbi yılları ve arkasından yaşanan yokluklar dönemini çocuk yaşıma rağmen hatırlıyorum. Buna bir de dedemin İstiklal Harbi'nde uzun yıllar cephelerden cephelere dolaştığı, babamın ise İkinci Dünya Harbi sırasında 4 yıl askerlik yaptığını eklersek yaşanan sıkıntıların boyutu anlaşılır. Özellikle İkinci Dünya Harbi'nin ardından insanların kendi tarlalarından kaldırdıkları ürünün bir kısmını saklamaya mecbur edildiklerini, bu yüzden rahmetli dedemin resmi görevinden istifa etmek zorunda kalışını da eklersek o dönemin hali daha net anlaşılır... CHP iktidarının milletin kaldıramayacağı vergileri mecburiyet karşısında uygulamaya koyduğunu, İkinci Dünya Savaşı'nın yaralarını sarmak için bu yola başvurulduğunu söylemek mümkündür. Hatta CHP yandaşları hep bu savunmayı yapmışlardır. Ne var ki aynı zihniyetin mensupları yeri geldiğinde CHP iktidarının Türkiye'yi savaşın dışında tuttuklarını, böylece daha büyük felaketleri önlediğini bu yüzdende İnönü dönemini eleştirmek yerine teşekkür edilmesi gerektiğini de söylerler. Derdim bazı tarihi olayları yeniden tartışmaya açmak değil. Bizim neslin ömrünün hep sıkıntılarla geçtiğini anlatmaya çalışıyorum.
1940'lı yılların ortasına doğru çok partili hayata geçilmiş ama sandıkta seçimi kazanan DP'ye sandık dışında kaybettirilmiş böylece 1950'ye gelinmiştir. 1950'de artık mızrak çuvala sığmadığı için DP iktidara gelmiştir. Gelmiştir ama çok kısa süren sükunet ve kalkınma dönemi yerini CHP-DP çekişmesine bırakmış aynen bugün olduğu gibi millet "Neler oluyor, bu işin sonu nereye varacak?" diye sorulmaya başlanmıştır. CHP yandaşları mağlubiyeti içlerine sindirememiş, bunun öcünü almak için harekete geçmişlerdir. Diyebiliriz ki 1957 seçimleri ülkenin geri dönülmesi mümkün olmayan bir yola girdiğini göstermiştir. 1957'den 1960'a kadar üniversiteler başta olmak üzere eylemler ve çatışmalar hiç durmamış, diyebiliriz ki darbenin zemini hazırlanmıştır. Sanki çok partili hayata geçilmesini hazmedemeyenler rövanş peşindedirler.
Nihayet 1960 darbesi oldu. Toplumun çok büyük bir bölümü yıllar süren acıya mahkum edildi. Yeni bir anayasa ve seçimlerin ardından ortaya çıkan manzara darbeliciler açısından hiç iç açıcı değildi. Darbeciler görünürde yönetimi seçimle sivillere terk etmişlerdi ama siyaseti şekillendirmeyi ihmal etmiyorlardı. Bir seçim dönemi bir takım mücadelelerle geçti. Bu dönemde anlaşıldı ki darbeciler iktidarı terk etmiş olsalar da kontrolü ellerinde tutacak mekanizmaları oluşturmuşlardı. Kısacası devlet yönetiminde kimlerin başta olacağını belirleme arzuları hiç eksilmedi. Böyle bir siyasi ortam içinde 12 Mart 1971 muhtırası geldi. Darbe olmamıştı ama yeni yönetimi müdahaleciler belirlemişti. Bu dönemde belirsizlik ve ne olacak endişeleri içinde geçip gitti. 12 Mart 1971 muhtırası öncesi 27 Mayıs 1960 darbesi öncesi olduğu gibi yine üniversite öğrencileri ve hocaları ile bir takım kurumların güya sivil yönetici ve mensupları sokaklara dökülmüştü.
Çok geçmeden 12 Eylül 1980 darbesi yaşandı. Kılıçla kesilir gibi tüm çatışma ve kavgalar bir gecede bitiverdi. İnsanların, "Terörü bitirmek bu kadar kolaydı da şimdiye kadar niçin önlemediniz? Önlemek için ille de darbe yapmanız mı gerekiyordu?" soruları hep cevapsız kaldı, çatışma bitti ama toplumun bir kesimi sürekli saldırıya muhatap oldu, sanki suçluymuş gibi takdim edildi.
28 Şubat sürecinde de yine toplumun bir kesimi sürekli olarak aşağılandı, tehdit edildi. Bu arada halkın seçtikleri de sürekli baskı altına alındı. Kısacası ülkemizde hep birileri toplumu ve sistemi kendi bildikleri doğrultuda tutmak için halkın seçtiklerine karşı savaş yürüttü. Diyebiliriz ki kendi konumlarını ve güçlerini koruyabilmek adına toplumu huzursuz, tedirgin ettiler. Bir başka ifadeyle kendileri için toplumu feda ettiler. Hala da ediyorlar.
Böyle bir ülkede yaşıyor olmak elbette üzüntü verici. Özellikle de darbelerin ve darbecilerin yanında yer almayan hep kendilerini bir saldırı ve tehdit altında hissettiler. Eğer bir de medya mensubuysanız bu bunalımınız çoğu zaman dayanılmaz boyutlara ulaştı. Özellikle şu günlerde sanıyorum benim yaşadığım üzüntü ve sıkıntıyı pek çok meslektaşım da yaşıyordur. Elbette bir an evvel darbe olsun diye yırtınan, bunun için hergün pek çok hikaye uyduran, olayları ya hiç görmezden gelen ya da olduğundan çok fazla gösterme gayreti içinde olan meslektaşlarımız hariç. Dileriz, "Ülke olarak bizim de huzur ve mutluluk içinde yaşama hakkımız yok mu? Darbe ve müdahalelerden uzak günlere ne zaman kavuşacağız?" soruları kısa zamanda müspet anlamda cevabını bulur...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.