Kafirlik alameti ve Yılbaşı isyanı
Yılbaşı, toplumsal bir isyandır 5
Useym b. Küleyb (R.A.)nun, dedesinden rivayetine göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, Müslüman oldum diyene:
"Kâfirlik alâmeti olan saçını kes ve sünnet ol" buyurmuştur. (Ebu Davud, Taharet: 131, Taberani, el-Mucemu'l-Kebir, 19/14, No:20)
Bu hadis-i şerif Müslüman olan her gayr-ı müslimin gusul abdesti alması gerektiği gibi, saçlarını da traş etmesi gerekir anlamına gelmez. Ancak kâfirler, her beldede kendilerine mahsus saç şekli tespit etmişler, moda ortaya koymuşlardır. Mısır'da, Hindistan'da saçın hiç kesilmeyen kısımları vardır. Zaman zaman traş olsalar bile, o hususi kısma dokunmazlar. Bu, bir nevi onların dinlerinin, inançlarının bir gereğidir, milliyet sembolüdür. Şu halde böylesi bir kısım saç, İslâm'la küfür arasında bir alamet-i farika olmaktadır. İşte Resûlullah (S.A.V.), kâfirliğin alameti olan bu saçın kesilmesini emretmiştir. (Azimabadî, Avnü'l-Ma'bûd Şerh-i Sünen-i Ebî Davud, 2/21) Abdullah b. Ömer (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz: "Kim bir millete benzemeye çalışırsa, o da onlardandır," (Ebu Davud Libas: 5) buyurmuşlardır.
Bu hadis-i şerif benzemenin müspet ve menfi kısımlarını içine almaktadır. Çünkü teşebbüh, benzemeye çalışmak: Başkalarının yaptığı bir işi onlara uyarak yapmak demektir ki hayır ve şerde, günahta, küfür ve imanda olabilir. O halde bu hadis-i şerif: Kâfirlere, fasıklara, günahkarlara benzemeyi yasakladığı gibi, başta Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize olmak üzere, sahabe-i kirama, meşayiha, takva ve salah sahibi kimselere benzemeyi de teşvik etmektedir.
Özellikle yahudi ve hıristiyanlar kısacası İslâm'a inanmayan bütün toplumlar, Müslümanların benzememekle emrolundukları toplumlardır. Amr b. Şuayb (R.A.)nun, dedesinden rivayetine göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
"Bizden başkasına benzemeye çalışanlar bizden değildir. Yahudilere ve hıristiyanlara benzemeyiniz..." buyurmuşlardır. (Tirmizi, İsti'zan:7)
Özellikle bu iki hadis-i şerif çok önemli psiko-sosyal gerçeklere işaret eder. Şekli benzeşmenin sonuçta itikadı benzeşmeye götüreceğini anlatır. Mağluplar, galipleri taklid etme psikolojisini yaşarlar. İnsan ancak sevdığini, takdir ettiğini ve büyük gördüğünü taklit eder. Şekli taklit, itikadi taklide götürür.
Benzemenin vaki olduğu en önemli yerlerden birisi de, hiç şüphe yok ki giyim-kuşamdır. Hz. Ali (R.A.)'dan rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
"Rahiplerin elbiseleri gibi, gayrimüslimlere mahsus elbiseler giymekten sakının. Kim onların şekillerine bürünür ve onlara benzemek isterse benden değildir" (Taberani, el-Mucemü'l-evsat, 4/541, No: 3921) buyurmuşlardır. Yine Abdullah b. Amr (R.A.) diyor ki: Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, üzerimde rengi sapsarı bir elbise gördü ve:
"Onu at! Çünkü o, renk ve şekil itibariyle kâfirlerin elbisesidir." (Ahmed b. Hanbel, 2/164, No: 6500) buyurdu.
Dikkat edilirse, İslâm'dan çıkıp başka bir millete dahil olmak için, İslâm'ı ve Kur'an-ı Kerim'i inkâr etmek gerekmiyor. O millete benzemeye çalışmak dahi yeterli olmaktadır.
Dinimiz İslâmiyet; güneş doğarken, zevalde, tam tepede iken ve batarken, ateşe karşı namaz kılmayı yasaklamıştır. Bunun sebebi de, güneşe tapan ve ateşe tapınan milletlere benzemememizi temin etmektir. (Alemgir, el-Fetava'l-Hindiyye, 1/52) Bakınız: Dinimiz ibadet hususlarında bile gayrımüslimlere benzemeye müsaade etmemektedir.
Öte yandan, İslâm'ın şekil ve suretten ziyade mâna ve muhtevaya önem verdiği, şekli de bu mânayı koruduğu sürece gözettiği aşikârdır. Ayrıca Müslümanların her devirde kimlik ve izzet sahibi olması, gayri müslimlere karşı onurlu ve kendine güvenli olması, kendi kültür, örf ve geleneklerini yaşatmaları, Müslüman toplumların birlik ve bütünlüğü, dış etkilere karşı direnci açısından fevkalâde önemlidir. Sakal ve bıyıktan, giyim ve kuşamdan, eğlence ve sanattan, şehirleşme ve ev düzenine kadar Müslümanların ayrı bir üslûp ve geleneğinin olması, onlara bu sosyal şahsiyeti kazandırabilecek olumlu unsurlardır.
Şüphesiz her dinin ve milletin kendisine mahsus bir medeniyeti ve diğerlerinden farklı kılan, ayırıcı vasıfları vadır. Milletler arası varlığını ancak bu hususi vasıflarıyla muhafaza eder. Dinî ve millî kültür değerlerinden kaynaklanan örf ve adetler, milletlerin geleceğinin teminatıdır. Kendi örf ve adetlerinden kopmuş, başka milletlerin dinî ve millî kültür değerlerine kendini kaptırmış milletler, er veya geç de olsa kendi dini ve millî kişiliklerini yitirmeye mahkum olurlar. Tarih bu gerçeği belgeleyen olaylarla doludur. Bir milleti yok etmenin en kestirme yolu: O milleti meydana getiren insanları, kendi millî benliklerinden, dinî inançlarından, cemiyetleri ayakta tutan ahlâk ve fazilet duygularından uzaklaştırmaktır. Bir milleti en büyük çöküntüye uğratan şey manevi düşüştür.
Kendi öz manevi değerlerini yitirerek başkalarını taklit etmek ve şahsiyetsizlik, ferdler ve toplumlar için en büyük manevi sefalet ve alçalıştır. Milletler için maddî refah ve kalkınmaya ulaşmak her zaman mümkün olabilir. Manevî sefalete mahkum olmuş mîlletleri bu bataklığın çukurundan çıkarmaya imkan yoktur. Milletini ve dinini seven insanlar hiç bir zaman kendi milletinin böyle bir manevi sefalete düşüşüne asla tahammül edemez. Bir Müslüman hiç bir zaman kendi dininden başka bir dinin ayinini taklid edemez. Hiç bir zaman kendi millî örf ve adetleri dışında, başka milletlerin örf ve adetlerine itibar edemez. İslâm dininin, İslâm ümmetinin de hiçbir dini ve hiçbir milleti taklide ihtiyacı olmayan üstün bir medeniyeti vardır. Çünkü bütün insanları hidayete erdirmek ve hayata tatbik edilmek üzere ALLAH Teâlâ tarafından gönderilen şerefli dinimiz İslâm, ilahi bir nizamdır. Bu ilahi nizam, insanın hem dünya ve hem de ahiret hayatını kuşatır. O, beşeri bütün görüşlerin ve sistemlerin üstünde, ulvi bir içtimai görüşe sahiptir. Müslümanım diyen herkes, hatta bütün insanlık bunu böyle bilmek mecburiyetindedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.