Dolap beygiri…
IMF’ye karşı çıkarken basit gerekçelere sahibiz…
Bu adamlar zamlar ve vergilerle birlikte geliyorlar… Ya da bir sonraki krizin tohumunu serpiyorlar…
Türkiye gibi IMF ile birçok anlaşmalar imzalamış ülkelerde oluşmuş bu kanaat, aslında elde edilmiş tecrübelerin ifadesidir…
Belki de attıkları kazıkların bir bileşkesidir…
Fakat her halükarda doğrudur…
Çünkü ellerinde klasik şablonlar ve programlar var…
Bunlar da temsil ettikleri ekonomik nizamın ve ideolojinin çıkarlarını, gittikleri ülkelerde yerleştirmek esasına dayanıyor…
Sözgelimi genel vergi politikalarını değiştiriyorlar…
Tavan vergilerde yüksek oranlı indirimler yaptırırken taban vergileri sürekli artırıyorlar…
Sonuçta vergi yükünü zenginden dar gelirliye doğru büyük oranda kaydırabiliyorlar…
“Ticaretin ve paranın serbestleştirilmesi” gibi masum başlıklarla makyajlanan politikalar ise bunların üzerine bina ediliyor…
Muazzam miktarlarda para kazananlar hem çok az vergi ödüyorlar hem de bu paraları kolaylıkla ülke dışına çıkartıp batı ülkelerindeki bankerlere transfer edebiliyorlar…
Vergi barışı diye hafifçe sallanan bu ağaçtan, bir anda 50 milyarın döküldüğünü hep birlikte gördük…
Çıkarılan paralar da açık finans sistemi marifetiyle sıcak para olarak yeniden ülkeye dönüyor… Bürokrasinin, hükümetlere yutturduğu “düşük kur yüksek faize dayalı büyüme politikaları” da bu işleri tereyağından kıl çeker gibi kolaylaştırıyor…
Çark bu şekilde dönüp duruyor…
Her turda reel borç miktarı ve kredi riski yani faiz artıyor…
Bunun ekmeğini yiyenler çoktur… Lobisi de kuvvetlidir…
Ama asıl mevzu bunun çok ötesine kadar uzanıyor…
Bu finansal soygun çarkı, küçük ve orta büyüklükteki imalat şirketlerini ekonominin dolap beygiri haline getiriyor…
Devlet ve bankalar, küçük imalatçının yarı yarıya ortağı haline geliyorlar…
Kimin kime çalıştığı, kârın kime gittiği belli olmuyor…
2010 yılına girdiğimiz şu günlerde devletin ve bankaların ezici yükünü işletmesinde taşıyan imalatçı, hesabını yaparken tek bir cümlede işin özetlendiğini görüyor…
“İmalat yap itibar kazan; al sat para kazan”
İtibar da bugünlerde pek para etmediğine göre, “imalata devam mı yoksa ithalata dönüş mü?” sorusu kafaları karıştırıyor…
İmalat sanayinde girdilerin oranında çok hızlı artışlar başladı…
İmalatçı görünüp aslında ithalata dayalı mallara küçük katma değerler bindiren üretim işleri bile artık zorlanıyor…
Son nokta küçülmek ve doğrudan ithalata dönüş demek…
Makine, vergi, sigorta primleri, işçi ücretleri, kira, enerji fiyatları, girdi fiyatları ve banka sorunlarıyla boğuşmak yerine basit bir depoda ithalatı yapılan malların üç beş kişiyle pazarlanması daha cazip görünmeye başladı…
Gümrüklerdeki düzensizlik de bu düşünceleri kuvvetlendiriyor… İyi bir gümrükçü ile çalışmak, ithalat kârlarını katlamanın en pratik yollarından birisi oldu…
Ortada duran tablo içinde küçük imalata bağlanan sermayenin düşük kâr getirisi, ithalat imkânları karşısında gün geçtikçe anlamsızlaşıyor…
Ara imalat ve fasonculuktan öteye gidemeyişimizin önemli bir sebebi de aslında budur…
Devlet de ben vergime bakarım ister ithalattan isterse de imalattan gelsin fark etmez havasında…
İşsizlik sorunu da işte tam bu noktadan besleniyor…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.