Dünyaya hayallerle yön vermeye kalkışmamak sorumluluğu..
Pazarları, okuyucularla yazışma derlemelerine ayırdığım bir ‘Hasbihal’e daha, selâmla..
-Mehmed Selimoğlu Bolu’dan yazıyor: ‘Her şey tozduman.. TSK’nın ‘kara harekâtı’ üzerine herkes bir şeyler söylüyor.. Başlangıçta ise, sınırların değiştirilmesi veya tampon bölge oluşturulması, Kandil, Kerkuk, Musul gibi hedefler gösteriliyordu.. Siz bunları, medyanın ve em. generallerin şekillendirdiğini ve Gen. Kurmay’ın onları önceden ikaz etmesi gerektiğini yazdınız.. Ancak, siz de, çekilmenin tamamiyle, TC’nin inisiyatifiyle gerçekleştiğini ve orada o çetin iklim şartlarında bir facia olmadan çekinilmiş olabileceğini yazdınız ve bir bakıma, resmî açıklamalarla paralel düştünüz. Halbuki, Türkiye’nin askerî bir konuda Amerika ve NATO’nun izni olmadan hareket edemeyeceğini de siz yazıyordunuz..’
*TC’nin Amerika ve NATO’dan habersiz bir hareket edemeyeceğini yine belirtiyorum. Ama, bunlar, uluslararası hukuktan doğan gerekliliklerdir. Bir harekât’a ilgili güç merkezlerini haberdar ederek girişmek ayrı, onların emriyle girip çıkmak iddiası çok daha ayrıdır. Türkiye, elbette, bu giriş-çıkış’ta dünya konjonktürü ve diplomasinin gereklerini gözeterek, gerekli zemini hazırlamıştır, ama bu çabaları emirle girip çıkmak olarak anlamamak gerekir. USA emperyalizmi, Irak’ı 5 yıldır işgali altında tutuyor. O güce haber vermeden veya savaşı göze almadan oraya giremezsiniz. çekilmeye gelince.. Amerika, AWACS ve sair teknolojik imkanlarıyla çekilmeyi hisseder etmez, kendisinin her şeyi tanzim eden bir supergüç olduğu mesajını verecek şekilde, çekilmeden sözetmiştir..
Yani, Meclis Başk. K. Toptan’ın, ‘Amerikan siyaseti hoyratçaydı’ demesi doğru bir tesbit...
Amma, sınırları değiştirmek, tampon bölge oluşturmak, bunlar hayaldi. Uluslararası sınırlar öyle kolayca değişmez.. Kaldı ki, Irak, Amerika’nın işgali altındayken, işgalcinin rızası olmadan öyle bir değişiklik için, o güçle savaşı göze almanız gerekir.. Onun için o gibi siyasî yaklaşımlar, temelsiz ve pratik gerçeklerden habersiz değerlendirmelerdir. Nitekim, Baykal da aylarca ‘Irak’a girelim..’ demenin bayrakdarlığını yaparken, 7 Mart günü, CNN’de, ‘Irak’a girmenin Amerika’nın hazırladığı bir tezgâh olduğunu’ söylüyor, yani kendisinin o tezgaha çanak tuttuğunu itiraf etmiş oluyordu..
Ve, bir konuyu tahlil ederken, filanın yanına veya karşısına düşmeyeyim diye peşin hükümle yaklaşılırsa, o, sağlıklı bir tahlil değil, bir temenniler manzûmesi olur..
-Senâ çakıcı Kütahya’dan yazıyor: ‘Irak Devlet Başkanı Talebanî, Ankara’ya geldi. TSK ona karşı soğuk bir tavır sergiledi. Burada biraz tuhaf bir durum sözkonusu değil mi?’
*Her bir ülkede, siyasî otorite savaşa karar verirse, bunu silahlı güçleri eliyle yapar. Barışa karar verilirse, o zaman da, silahlı güçler ona göre hareket eder.. Silahlı güçler, taraf olamaz, dost ve düşman belirleyemez. Aksi halde, ilkel bir ‘kan dâvası’ güdülmüş olunur. Bu açıdan, Talebânî’ye takınılan tavır yanlıştır ve diplomaside bunun yeri yoktur.. Bu, aynı zamanda, içerde parça-bölük olunduğuna dair dışarıya verilen bir işaret mânasına da gelir..
- Zühre Yolaçan İzmir’den yazıyor: ‘Sabih Kanadoğlu, ‘Elimizde bir tek TSK kaldı, onu da yıpratmayalım.’ diyordu 6 Mart günkü medyada.. Ne demek yani, millet, bu dev gücü, Kanadoğlu gibiler, milletin inancıyla boğuşsun diye mi besliyor?’
-Gültekin Kalaycı (tevhidhaber.com sitesinde) yazıyor: ‘TSK ile muhalefet partilerinin arasındaki ‘kayıkçı kavgası’ndan, sağlıklı bir toplum umuduna kapılmana şaşırdım. Merak etme iş müslümanlarla uğraşmaya gelince, onlar yine omuz omuza verirler..’
-Melek Sezer yazıyor: ‘Başbakan’ın ‘şehit’ler için âkif’in, ‘Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor tevhid’i/ Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlıydı.’ mısralarını okumasını niye yadırgadınız?
*Müslümanların savaşlarının ancak İslam için yapılması, şer’î ve mantıkî bir gerekliliktir, ama, müslümanların yaptığı her savaşın İslam adına yapıldığını söylemek, vebali bile gerektiren bir iddia olabilir. Hele, laik bir rejimin savaşına Bedr kıyaslaması, olacak şey mi?
-Şevket Demirci, Ankara’dan yazıyor: ‘Tayyib Erdoğan, 7 Mart günü, Uşak’ta yaptığı konuşmada, af konusu gündeme gelince, ‘Ben kaatilleri affedemem, kaatil olamam..’ dedi.. Ancak, birkaç kişiyi öldürdüğü için idâma mahkûm olan, ama, idâm kalktığından, cezası müebbede çevrilen bir kişiyi geçen ay Abdullah Gül affetti. Bunun sorumluluğu yok mu?’
*Gül’ün o kanunî yetkisini kullanmasına ben de şaştım, doğrusu.. Yetkisi olsa bile, vicdanen nasıl kabul edebildi, diye.. üstelik, öldürülen, sakat bırakılan, tecavüze uğrayanlar devlet veya devleti yönetenler değil ki.. Devlet, ancak kendi otoritesine karşı suç işleyenleri affedebilir.
-Endulus@.....’ Konya’dan yazıyor: ‘Topluma mal olmuş bazı mücahidlere yaklaşımınıza bir türlü anlam veremiyorum.. Meselâ, Irak’da, Zerqavî gibiler. O ve takibçileri, selefîdir, Kur’an ve Sünnet’in dışına çıkmazlar’.
*Hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olmadığımiz kişiler için olumlu veya olumsuz bir görüş belirtmemiz yanlıştır.. Sadece, bazı isimler adına yapılan ve insanları pazar yerlerinde, hem de kitleler halinde parça-parça edenlerin, bu eylemlerini İslam adına yaptıklarını söylemelerinin ve onların bu gibi eylemlerinin direniş diye selamlanmasının İslamî olmadığını düşündüğümü dile getirmişimdir.. Ve hiç kimse için, Kur’an ve Sünnet dışına çıkmaz diye garantili konuşmamanızı tavsiye ederim, çünkü, Allah tarafından korunanlar dışında herkes hata yapabilir.
-A. Tunahanoğlu (tevhidhaber.com sitesinde) yazıyor: ‘Kürd Sorunu’na ısrarla, 'Güneydoğu Mes’elesi’ diyor ve böylelikle, taa baştan yanlışlık yapıyorsunuz. İslamî hassasiyeti olanlara ‘kürd sorunu’ deyimini kullanmak niye çok zor geliyor, böyle?’
*Başta İstanbul olmak üzere, ülkenin diğer yerlerinde, milyonlarca kürd insanımız var, oralarda öyle bir mes’ele yok.. Demek ki, sadece Güneydoğu’da ve özel şartlardan kaynaklanıyor. Ayrıca, bir müslümanın hiçbir kavimle bir mes’elesi olamaz. Herhangi bir kavmi yüceltmek veya aşağılamaktan kaynaklanan mes’eleler ise, inancımızdan kaynaklanmıyor.. ‘Kavmiyetçilik’, insanlar arasında, etnik kökenlerine göre ayırım yapmaktır ve haramdır. Hepimiz, Hz. âdem’le Havva’nın çocuklarıyız..
-İslam Demirli yazıyor: ‘17 Şubat 2008 yazınızda, Resulullah’ın farklı mekan, zaman ve şartlarda farklı uygulamalar yaptığını söylüyorsunuz. Birkaç misal verebilir misiniz?’
*Resul-ü Ekrem (S)’in Mekke ve Medine’de farklı strateji uyguladığını; kezâ, Hudeybiye’de, normalde kabul edilemeyecek ağır şartları kabullenmek zorunda kalışını gözönüne getiriniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.