İlahi tevafuk
Ruşen Çakır gibi kimi yazarlar bugünlerde yaşananları tersinden bir 28 Şubat olarak okuyorlar. Kimilerine göre de, 28 Şubat sürecinin rövanşı yaşanıyor. Kimi bazıları da, bütün bunların üzerinde ilahi adaletin gölgesi olduğuna ve tecelli ettiğine inanıyor. Başbakan Erdoğan'ın eşiyle ilgili GATA'da yaşadığı sıkıntı hususunda Genelkurmay Başkanı 'keşke yaşanmasaydı' şeklinde bir ifade kullandı. Yankıları devam ediyor. Görüşlerini soran gazetecilere Bülent Arınç bu ifadenin bir diziyi andırdığını söylemiş. Kimileri de bu tepkiler karşısında, iktidarın mağduriyetten mağruriyet makamına terfi ettiğini düşünüyor. Bilindiği gibi, Osmanlı sultanları tebasının ve halkının arasına katıldığında ve karıştığında hep bir yürekten ve tek sesle ' mağrur olma padişahım! Senden büyük Allah var' diye aczini ve fakrını hatırlatırlarmış. O dönemin gaz vermeyen insanları ne güzel insanlarmış. Bu anlamda, 28 Şubat bizim için bir dönüm noktası ve ibret bahçesi. Zira, 28 Şubat sürecinin en azından aktörleri açısından mağruriyetten eser kalmadı. Mağruriyetin zıddına eskiler mezellet der. Hüsnü Mübarek de 2005 yılında Müslüman Kardeşler, Meclis'te yüzde 20'lik bir oranla 88 sandalye elde edince 'bu bizim için bir zillet ve mezellet' tabirini kullanmıştır. Halkın teveccühüne mazhar olmak neden mezellete veya zillete olsun ki? O da Mübarek mantığı! Gerçekten de 28 Şubat sürecinde çok yanlışlar yapıldı ve ülke ve halk olarak çok büyük bedeller ödedik ve ceremeler çektik. Elbette ki keşke o günler hiç yaşanmasaydı. Bugün itibarıyla, EMASYA protokolünün kaldırılması, 13 yıllık 28 Şubat sürecinin sonu kabul ediliyor ve tünelinden çıktığımızın bir işareti olarak algılanıyor. Dileriz, öyledir ve benzeri süreçler yaşayıp ülke olarak benzeri bedeller ödemeyiz. Bu anlamda herkesin muhasebe yapmasında elbette ki fayda var. Yanlış yapanın, geri dönmesi fazilettir. Özrü kabul etmekte bir başka fazilettir. Yanlışla yaşanmaz, yanlıştan ancak geri dönülür. Keza kinle de yaşanmaz zira kin insanın kimyasını bozar. Kin bayatlayınca ekşi bir suret kazanır. İnşallah bir aşırılıktan kurtulurken başka bir aşırılığa yuvarlanmayız.
Umarız, 28 Şubat sürecinden sadece askerler değil aynı zamanda siviller de gereken dersleri çıkarmışlardır. Bunların başlarında gelen ise Ertuğrul Özkök'tür. Zira başörtüsü ve özgürlükler bağlamında pek de yapıcı bir yayın çizgisi izlemedi ve ülkenin sıkıntılarını aşmasında kolaylaştırıcı bir rol oynamadı. Bugün ise bir şekilde bunun muhasebesini yaptığı anlaşılıyor. Özkök, ilahi tesadüflerden bahsettiği yazısında İskender Pala'nın "İki Darbe Arasında" başlıklı kitabına atıfta bulunuyor. 28 Şubat süreciyle alakalı kitabın kapağını açtığında bir ibare ile karşılaşıyor. İbare şudur : "Keşke yaşanmasaydı..." Ne tevafuktur ki, İlker Başbuğ Paşa da aynı gün aynı ifadeyi kullanmıştır. Özkök'ün, kitabı eline aldığı ve kapağını çevirdiği ve 'keşke yaşanmasaydı' ibaresiyle karşılaştığı gün Hürriyet de aynı manşetle çıkmıştır: Keşke yaşanmasaydı. Ertuğrul Özkök bunu ilahi tesadüfe yoruyor. Tesadüf ibaresi kader bağlamının dışında; kainatın bir nizama bağlı olmaksızın işlemesi ve kör tabiatın hadiseleri yönlendirdiği inancı bağlamında kullanılır. Yoksa hayrın ve şerrin Allah'dan geldiği inancına bağlı olarak kainatın bir sahibi olduğu anlayışında tesadüfe yer yoktur. Hatta bu anlamda kainatta tesadüfe yer yoktur. Keşke, Özkök dersine biraz daha iyi çalışsa da en azından ilahi bağlamda tesadüf yerine tevafuk (yani kadere göre cereyan eden hal) ifadesini yeğlese ve kullansa. O zaman kullandığı ifade bağlamı içinde daha tutarlı ve anlamlı olur. Yoksa ifade, 'dam üstünde saksağan vur beline kazmayı' misali bir şey olur. Özkök'ün şahsi ve fikri olarak 28 Şubat berzahından çıkması için daha çok meşk etmesine ve birkaç fırın ekmek yemesine ihtiyacı olduğu anlaşılıyor.
Evet, 28 Şubat sürecine maruz kalan kimi aktörlere de haklı olarak yakınmalarda ve tavsiyelerde bulunuyor. Mağdurken mağrur olmayın diyorlar. Dolayıyla geçmişte halkın padişahları için söylediklerini Özkök bugünkü iktidar sahipleri için söylüyor. Bunları eski bir mağrur söylediği için değil, lakin sapın, keserin ve hesabın hepimiz için bir gün dönebileceği gerçeği açısından doğru ve yerinde sözler. Lakin kendisi için de muhatapları için de başka nasihatler etmesi de lazım. Gerçekten de Özkök'ün son hali samimi bir pişmanlık eseri mi, yoksa bazılarının 28 Şubat sürecinden sonra yaptığı günah çıkartmalarının geç kalmış bir versiyonundan mı ibarettir? Bilemeyiz ama dileriz ki, hepimiz kendimizi yaratıcının yerine koymaktan ve onun rolünü oynamaktan kaçınırız. Yoksa deveran bir gün bizim için de döner. Bu bağlamda, Ertuğrul Özkök de gerçek manada kendisiyle, yaptıklarıyla ve neden olduğu acılarla hesaplaşır. Hem neden olduğu acılardan dolayı mağdurlardan özür diler hem de bir iç muhasebe ile yaratıcısıyla hemhal olur ve onun huzurunda kendisiyle hesaplaşır. Bunu yaparken bugün kudret mevkiinde gördükleri için de şöyle bir tavsiyede de bulunabilir: Yola yanlış bir şeritten girdiniz. Pratiği teorize etmek yerine, aslında teoriyi pratize etmeniz gerekirdi. Sizin hazmetmekte zorlandığınız sıkıntılarınızın gerçek nedeni de işte budur! Ne diyelim, aslında tam da 28 Şubat sene-i devriyesinde kalıcı bir galip mağlup hali yok. Olsa olsa geçici statü nevinden evreler ve mola dönemleri; karşılıklı ateşler ve ateşkesler var. Neticede, Hepimizin keşke olmasaydı diyeceği çok şeyimiz var ve olacaktır. Beşer hali. Keşke, daimi olarak keşke demeyeceğimiz bir intibah hali üzerine olabilsek. 'İnsan ziyandadır' ayeti gereği herkesin keşke diyeceği bir açığı var. İşin tuhaf tarafı şu ki, bunları insanlar ancak iş işten geçtikten sonra ve ellerindeki iktidar gittikten sonra anlayabiliyorlar. Ama vaktinde gelmeyen nedamet de fayda vermiyor. Geciken adaletin adalet vasfını kaybetmesi gibi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.